"Türkiye Kime Kalacak?"
Osman Ulagay'ın kitaplarını ilgiyle izliyorum. "Türkiye Kime Kalacak/ Başbakan'ın yazdırdığı kitap" (Doğan 2012) adlı çalışması da okuyucu ile buluştu. Kitabı anlatabilmek için kısa bir ayrım yapmak istiyorum: Önce, " gerçek tarihi vakanüvislerin, yandaşların ve yoldaşların yazamayacağı" tezi üzerinde duracağım. İkincisi, Ulagay'ın "ne cepheden savaş, ne de sorgulamadan yandaş olmama özenini" değerlendirmek istiyorum, Üçüncüsü, "en büyük maliyet hedefsizliktir" algısının kitaptaki yansımalarına değineceğim. Dördüncüsü, yakınmadan yekinerek "yeni bir model sunma sorumluluğuna" ilişkin düşündüklerimi özetle aktaracağım.
Tarihi muhalifler yazar
Kadim Afrika insanı, "avcılar kendi tarihini yazdığı için avlananların hakkı yenmiştir" der. Muktedir olanların gözetim ve denetim süzgecinden geçmiş tarih, gerçeklerden çok muktediri yüceltir. O nedenle, ders alınabilecek tarihin ancak "muhaliflerin" yazabileceğini anımsatmak istiyorum. Muhalif olanlar, Ulagay'ın kitabında altını çizdiği korkular nedeniyle sağlam belge ve bilgiye dayanır; o nedenle nesnel anlatımlara daha yakın dururlar.
Kitapta, muhalif duruş ve gerekçeleri net bir biçimde açıklanıyor. Muhalif duruşun zorluklarını ve korkularını aşma konusunda bireysel direncin, göze alınan özverilerin öğretici yanına dikkat çekmek isterim. Net olarak tanımlanmış "muhalif duruş" okuyucunun anlatılanlardan çıkaracağı sonuçları yorumlamasını kolaylaştırır. Bir başka yönüyle, muktedirin ürettiği korku kültürünün gücü ne olursa olsun, "ortak vicdanın sesini" yansıtan insanlar kendilerini ortaya kor, uygarlığın yapı taşlarını örerler.
Ulugay'ın düşüncelerini paylaşmamak herkesin hakkıdır ama ortaya koyduğu muhalif duruşun sürdürülebilir olmasını güven altına alınması koşuluyla... Muktedirin yaptıklarını eleştirebilenler tarihin her döneminde toplumların en büyük zenginliği olmuştur. Yaygın söylemin dışında, yaşamımızı derinden etkileyecek farklı algılar ve söylemlerin varlığını keşfetmek entelektüel zenginlik yaratmanın ilk adımıdır. Aykırı düşüncenin yaşama hakkı ve özendirici desteği bulamadığı toplumlar her zaman geri ve yoksul kalmıştır.
Ne cepheden savaş…
Ne de sorgulamadan yandaş…
Ulagay'ın kitabından çıkardığım önemli derslerden biri de, "Ne cepheden savaş… Ne sorgusuz yoldaş olmama" anlayışı… Yazar, muhalif olduğunu net biçimde ortaya koyduğu halde "Övgüye kabız, sövgüye amel tavrına" asla prim vermiyor. Bugün ülkemizi yöneten siyasi iktidarın, İttihat Terakki'den bu yana süregelen vesayet algısı karşısındaki durumunu, ezilmiş ve dışlanmış kitlelere umut olma çabasını, "anlatacak bir öykü" yaratmanın toplumu etkilemedeki önemini, çağı doğru okuma becerisini, "Anadolu çocuklarının önünü açma" özlemlerini ve bütün bunların etkilerini "olumlu gelişmeler" olarak değerlendirmesini bir eksiklik değil, olgunluğun göstergesi olarak algılıyorum.
Yazar diyor ki: "Ben kendi hesabıma, Batı'nın 200 yıllık hegemonyasının sona ermekte olduğu bir dünyada, Türkiye'nin Batı'yı örnek alan bir model yerine kendi öz değerlerine dayalı bir modelle yola devam etmek istemesini anlaşılabilir bir mantığı olduğunu düşünüyorum." İktidarı elinde tutanların böyle bir model önermesinin sadece kültürün geleneksel tabanını benimseyenleri değil, Batı eğitimi almış, yaşam tarzı daha başka olan birçok insanımız için de "çekiciliği" kimseyi yadırgatmamalı… Hepimiz, geleneğin ve alışkanlıkların kolaycı analizlerinden ayrılarak, daha farklı pencerelerden hayata baktığımız zaman düşünce mirasımıza değer katmış, zenginleştirmiş oluruz.
Hedefi olmak önemli
Ulagay kitabında iş yaşamındaki "en büyük maliyet hedefsizliktir" temel değişmezini, siyasi boyuta taşıyor… Demokratik bir ortamda, bir rüyanın peşine takılmanın, somut hedeflerle rüyaların ayaklarını yere bastırmanın önemine değiniyor. Toplumda demokratik tartışma ortam ve iklimi yaratarak çeşitliliği, renkliği, farklılığı ve zenginliği artırma hedefini yaşamımızın omurgası haline getirmeyi öneriyor. "Biz" ve "onlar" ayrımcılığının, kendine aşırı güvenin, iktidarın ayrıştırıcı ve çatışmacı dil kullanmasının, "korku kültürünü" besleyici tutum ve davranışların tehlikesi kitabın ana temasını oluşturuyor.
"Türkiye Kime Kalacak" adlı çalışmasında ayrıştıran dilin ve tavrın korku yarattığı, ülkemizin yakaladığı büyük fırsatları değerlendirmenin önündeki engel olduğu tezine katılmamak mümkün değil… Bir yanıyla toplumda derinleşen "Batı ile nefret ilişkisi", öte yandan toplumun iç yapısında yaygınlaşan "korku kültürü" eleştirel aklı baskı altına aldığı için çağın gelişmelerini yakalamanın önündeki engel. Kin ve öfkenin insan yüreğine yük, kafasına gölge olduğunu unutmamak gerekiyor.
Yeni bir model önermeliyiz
Bana göre Ulagay'ın kitabının en önemli yanı, "projeler" ve "model " üzerinden tartışma yapmamızı önermesidir…
Doğuştan kazanılan değerler üzerine kurgulanmış siyasetin; endişelerimizi, korkularımızı, kızgınlıklarımızı besleyen, ucuzcu ve sığ siyaset olduğunu artık kavramalıyız. Doğuştan kazanılan değerler üzerine siyaset her türlü hamasetin, aklın önüne geçmiş duyguyu beslediğini zihinlerimizde netleştirmeliyiz. Eğer "umut kültürünü" beslemek istiyorsak, yeni bir model önerme çağrısını yürekten desteklemeliyiz. Anlatacak bir "hikayemiz" olmasını istiyorsak, yeni modelin mutlaka "proje-odaklı olması" gerekiyor. Proje-odaklı olmak, o hikayeye katılanların yaratacağı "kitle desteğini" sürdürebilir kılar ve kitle desteğini arkamıza almanın yollarını açar… Türkiye'nin yakaladığı 1000 yıllık fırsatı ancak o zaman değerlendirebiliriz…
Ulagay'ın kitabında yazdıklarına katılmayabilirsiniz… Aklı başkasına emanet etmemek erdemdir…
Kitapta yazılanları "anlamaya" çalışmak herkesin görevi ve sorumluluğu olmalı… Osman Ulagay'ın son çalışması, sadece yakınmanın yeterli olmadığını, yekinerek bir şeyler yapmanın çok önemli olduğunu anlatıyor… Türkiye'nin bizim, bizim çocuklarımızın ve torunlarımızın ve onların torunlarının olacağını unutmadan hayata bakalım….