"Sopa-kalkan ilkesi" ve hepimizin ortak görevi

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

ABD Başkanları arasında "entelektüel düzeyi yüksek" olanlardan birinin de Bill Clinton olduğunu, siyasi hayatını ABD'yi "anlama" üzerinde inşa etmiş olan Fidel Castro söylüyor.

Clinton hukuk öğrenimi sırasında idol edindiği öğretim üyesine gönderme yaparak;

 "… güçlü olanlar her zaman zayıfı dövmüştür. Zayıf olan da dayak yeme yerine, iki sopa üstüne tahta çakarak kendini savunmuştur. Güç her zaman kendi sınırlarını aşma eğilimindedir. Güçlerinizi sınırlamasını bilemediğiniz zaman, kalkanla kendilerini savunanların sayısı artar. Artan kitle gücü egemen gücün egemenliğine son verir. Başlangıçta kendini iktidar edenlere karşı eşit mesafeden duran yeni iktidar gücü, zaman içinde gücü merkezileştirir; adil olma çizgisinden sapar. Sapma büyüdükçe sistemden beslenenler ile sistemden zarar görenler arasında ayrışmalar hızlanır. Zaman içinde oyun,  biçim ve içerik değiştirerek yeniden sahnelenir. Bu sürece  "sopa-kalkan ilkesi" denir; insanlık var oldukça kapsam ve içeriğini değiştirerek varlığını sürdürecektir"  mealinde düşüncelerini açıklıyordu.

Kendine fren koyma

Güç kullanmanın ilkeleri son derece açıktır: Gücünüzün sınırlarını iyi bileceksiniz, gücü kullanma zamanını iyi belirleyeceksiniz ve asıl önemlisi de gücü kullandıktan sonra, geri dönüp sizi nasıl etkileyeceğini iyi hesaplayacaksınız.

Çok net tanımlanmış olmasına karşın, insanın doğasındaki saldırganlık özü nedeniyle "kendine fren koyma ilkesine" uyabilen güç sahipleri bakımından tarih çok zengin sayılmaz.  

Yapıları, zihinsel yaklaşımları ve birikimleri çok farklı iki insanın güç konusundaki değerlendirmelerini aktararak algımızı netleştirebiliriz.

Nimet Arzık'ın deyimiyle İsmet Paşa, "…İttihat ve Terakki Partisi'nin son artığı bir padişah"tı. Bir yazarın padişah diye nitelediği İsmet Paşa, ziyarete giden gençlik liderlerine, en büyük muhaliflerinden biri olan Celal Bayar'ın idamıyla ilgili şu öğütleri verir:

 "Siyasette haklı haksız yoktur; güçlü ve güçsüz vardır. Güçlü olanlar 'haklı' gibi gözükür. Eğer güçlü olanlar kendilerine ilkelerden ve yasalardan sınırlar çizmez, ona uymazlarsa, bir gün kendi kuvvetleri içinde boğulur.  O nedenledir ki biz en güçlü olduğumuz dönemde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çıkardık ve uyduk. Siyasette bugün 'hain'  ilan ettikleriniz yarın 'kahraman'  olabilir. Siyaset söz konusu olduğunda, iki binde bir ihtimal olsa dahi tamiri imkânsız hata yapmamak gerekir. İdam tamiri imkânsız bir hata olur!"

Bir imparatorluğun yıkılışına, Cumhuriyet yönetiminin kuruluşuna imza atanlardan biri olan İsmet Paşa'nın tanıklığı, geçiş dönemlerinin olgusu olarak tanımlanan başka bir boyuta, bir topluluk liderine taşıyalım.

Topluluk kültürü düğünde, dernekte, çarşıda, pazarda, toyda törende, eğlencede oyunda insanların birbirlerini yüzle ve gözle denetledikleri bir toplusal örgütlenmedir; yüz yüze birincil ilişkilere dayanır.  Toplulukların gelenek ve göreneğe dayalı tanımlanmış ilkeleri, çok net kuralları ve ödünsüz uygulamaları vardır.Bugünün "topluluk örgütlenmeleri" de diğer örgütlenmeler gibi farklı bir karşılıklı-bağımlılık ilişkisine dayanıyor. Topluluk örgütlenmelerinde sadece inanca dayalı bir bağın ötesinde, ticareti geliştirmeye, çevrenin sunduğu belirsizlikleri gideren  "bir avuç istikrar arayışı" da var. Topluluk örgütleri, kırsal kesimin kendi kısıtlı alanın dışında daha geniş çıkarlara dayalı gelişmelerden besleniyor. O nedenle, topluluk örgütlenmelerinin uzun soluklu olması çeşitliliğin korunmasına  'ötekini' sindirme yerine 'kazanma' algısına dayanma zorunda.  Topluluk örgütlenmelerinde bir yandan evrensel olan 'iktidar gücüne' yönelik niyetler öne çıkarken; öte yandan çatışmaları artırarak her şeyi risk altına atmama kaygıları  da artıyor.

Kuvvetin genetiği bozuk

Topluluk örgütlenmesinde yeni yaklaşım, yapı ve işlevi iyi anlamak için Nagehan Alçı'nın -Akşam Gazetesi-  köşesine taşıdığı Fethullah Gülen analizini özenle değerlendirerek; 1960'lı yılların başında İsmet Paşa'nın değerlendirmesi ile karşılaştırdığımızda uyarıcı benzerlikler görebiliyoruz:

"Kuvvetin geleneğinde adaletsizlik ve dengesizlik vardır. Kuvvet, hakkın elinde, mantık ve muhakeme rehberliğinde bir kısım problemleri çözebilecek potansiyel bir güç sayılsa da, his yörüngeli kaba düşüncenin elinde her zaman bir tahrip aleti olagelmiştir… Kuvvetin genetiğinde bozukluk, hemen hemen bütün kuvvet temsilcilerine başka insanların taleplerine binme, onları ezme, sindirme ve seslerini kesme hislerini pompalar. Dolayısıyla insanları ezip sindirme sadece belli bir kesimin işi değildir. Bazen siyasi iktidarı güçlenenler de artık kimseyi kaale almamaya başlar ve dediğim dedik düşünceyle hareket eder. Dahası idarecilerin etrafı danışmanlar, özel kalemler,  yakın çevrelerce kuşatılır ve halkın sesinin asıl merciye ulaşmasının önü kesilir. Böylece daha dün herkesin elini öpen kimseler, biraz güçlenince gayri kimseyi dinlemez olur, bildikleri gibi davranır ve her iki işin de kendilerine mal edilmesini isterler"

Birbirinden farklı öze sahip iki insanın, farklı zaman kesitlerinde ulaştıkları düşünceler salt topluluk örgütlerinde ve siyasetle örgütlenmesi ile sınırlı değil. Büyük iş şirketlerinde de üst yönetime atananlarda, göreve geldiklerinin ilk dönemlerinde 'danışma' aracına yer verdiklerini, farklı sesleri dinlediklerini, bir süre sonra etrafını saranların "…hikmet sende" telkinlerine kendilerini kaptırdıklarını, giderek küçük bir dukalık işleri yürütürken, başkalarına danışma ihtiyacı duymadıklarını gözlemleyenlerin sayısı hiç de az değildir.

Aktarılanlardan dersler çıkarmalıyız: Bize göre, üç temel bilinci öne çıkarılması gerekiyor: Birincisi  "tarih bilinci" dir. Güç kullanın ömrünün sınırlı, toplumların "algılama zamanının sınırsız" olduğu unutulmamalı. Önemli olan bize bugün nasıl davranıldığı değil, tarihin nasıl bir not düşeceğidir. Geçmişten ders alarak, daha sağlıklı temeller üzerinde gelecek inşa edenler tarih bilinci gelişmiş olanlardır. Gücün yıldızları parladığı anda gözlerini kamaştırmayan, kendisiyle baş etmesini bilen ve beceren, saygı uyandıran ve ilham veren liderlerdir kalıcı olur ve toplumların yüreklerine sonsuza dek yerleşir.

Oluşum zinciri tersyüz

Çok uzun insanlık tarihinde 'ekolojik çevre' "varlık sorgulamasını" biçimlendiriyordu.  Varlık sorgulaması "insan bilgisinin yapısı ve geleceğine inanmaya" ulaştırıyordu. Bilgi algılaması "etik ve estetik gibi değerler sistemini" insanlığa taşıyordu. Etik ve estetik değerlerden "siyasete yaklaşımı, yapısı ve  kültürü"  biçimleniyordu. Siyaset kültürü , "hukuk sisteminin" çerçevesini çiziyordu. Hukuk sistemi de "ekonomik davranışların sınırlarını" belirliyordu. Son  yarım yüzyılda bu oluşum tersine döndü; şimdi ekonomiden başlayan etkilenme, zinciri ters ucundan geriye doğru biçimlendiriyor. Bu tersine dönüş, bütün kavram ve terimlerin bileşenlerini, o yeni bileşenlerden oluşan bağlamları değiştiriyor; sistemin pratikleri köklü biçimde dönüşüyor. Söz konusu dönüşüm, gücün kullanılması ile toplumun kalkınması ve refahı arasındaki ilişkiyi farklılaştırıyor ve sıkılaştırıyor.

Özgürlük ve akılcılık olmadan, ekonomik başarı olamıyor.

Ekonomilerde birikim yeteneğini koruyarak, uzun dönemli geleceği güven altına almak için piyasanın  'görünmez eli' ile "yönetişimin görünen elini' birlikte ahenk içinde kullanmak gerekiyor. Açgözlülük ve sorumsuzluk duygusunu aşma, gelecek inşa etme ideali olan liderlik, kibrin ve üstünlük inancının caydırıcılığından uzaklaşma sorumluluğunu taşıyor. Başlangıç noktasına hassas bağlılık, öngörme ve önlem alma disiplinine sadakat ekonomi bilincinin temel bileşenleri arasında ağırlığını koruyor. Koordinasyon dışsallığı, sürekli yenilik yaratma da çağımızda var olmanın gerek şartları arasında yer alıyor.

Tarih bilincimizi ve ekonomi bilincimizi "hukuk bilinci" ile beslemeden yaratmak istediğimiz olumlu sonuçlara ulaşmak mümkün olmuyor.

Hepimiz içselleştirmeliyiz

Hepimizin içselleştirmesi gereken şudur. Yasalar karşısında bireyler de yönetim de hiçbir ayrıcalığa sahip olamaz. Yasaları bilmek herkesin sorumluluğu değildir; ama yasalar olmadan dirliğin ve düzenin olmayacağını bilmek tüm yurttaşların sorumluluğudur. Yasaları eleştirmek başka, onlar yürüklükte kaldıkça uygulanmalarından ödün vermemek çok başka şeyledir. Yasalar yürürlükte oldukça, kimse ona uymama ayrıcalığına sahip olamaz; böyle bir anlayışın pratiğe taşınmasına izin verilemez. Hukuk bilincinin üçüncü ve başka önemli bileşeni yargı sisteminin bağımsızlığıdır. Yargıçların zihni bağımsızlığından geçim derdine, iş yüklerinden ihtisas derinliğine, adaletin hızla gerçekleşmesinden, "…ülkemde yargıçlar var" inancına erişen "güven duygusun yaratmaya" uzanan bir dizi boşlukları doldurma işidir yargı bağımsızlığı yaratma ve yaşatma…

Gücü sınırları içinde tutmak hepimizin ortak görevidir. Gücü sınırları dışına taşırmanın en tehlikeli yolu şark kurnazlığıdır: Kendi gerçeğimizi, hayatın öz gerçeği yerine koymaktır şark kurnazlığı…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar