"Şekersiz çay"dan yola çıkarak...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Gittikçe daha sade, daha yalın olanlar ilgimi çekiyor. Giyimden yemeğe her alanda bunu böyle yaşıyorum... Bir şeyleri bir şeylere eklemek, "fusion"lar yaratmak benim işim değil. Esas haliyle, esas tadıyla seviyorum kalan ömrümde önümde geçenleri. Bir kâm alacaksam, "su katılmamış"tan almalıyım, diyorum...

Yaşım da ilerliyor ya bazı şeylere de kızmaya başladım... Şu "şekersiz çay" sözcükleri örneğin... Yahu çayın şekersizi olur mu? Çay, zaten öyle içilir, aslı şekersizdir. Hadi Erzurumlular gibi "kıtlama" yaparsın çok çok, ama çaya şeker atılmaz ki... Eğer çay acı geliyorsa, içmeyeceksin... Çünkü, şeker koyunca içilen, çay olmuyor, başka bir sıvıya dönüşüyor...

Limonataya şekeri basmayacaksın, kolaya da buzu... Tadını değiştirdikten, o rendelenmiş limonun suyunun lezzetini alamadıktan sonra bol şekerli bir sıvı içmenin ne mânâsı var?!

Tabii ki herkes istediği gibi yer, içer, giyer...

Buna karşı çıkmıyorum, ama aslını da bilmek, onu muhafaza etmek koşuluyla...

Dali, Picasso çok iyi klasik resim yaptıktan sonra resimlerini bozdular ve gerçeküstü, kübist ürünler verdiler...

Her zaman aslının lezzetinin farkındaydılar...

Ama başta da dedim ya, ben yine de asıllardan yanayım. Her zaman Leonardo’yu, Mikelanj’ı daha bir keyifle izliyorum...

Picasso’yu da çok seviyorum, çünkü, esas’tan hiçbir şekilde sapmamış, onun üzerine bir şeyler daha koymuş... Bütün eserlerinde esas’ın tadını almak mümkün... Onu ne kadar duyumsadığını, benimsediğini hissediyorsunuz...

İyi bir çayın keyfi de şekersiz içerseniz yaşanır. İçine şekeri, limonu attıktan sonra, nasıl yapıldığının, hangi çayın kullanıldığının çok önemi kalmaz, tuhaf bir sıvıya dönüşmüştür çoktan...

İyi bir balık, hiçbir şeyle birleştirilmeden yenilmelidir, iyi bir et de öyle... Limon sıkarsanız, sos katarsanız onun esas lezzetini nasıl anlayacaksınız ki?!

Etin, özellikle balığın soğumaması çok önemlidir. Dışarıda yeniliyorsa iyi bir restoranda servis yapılırken esen rüzgârın bile hesabı yapılır yemeğin soğumadan gitmesi için...

Bunların ardından birisi o cânım balığı üzerine limon sıkarak, soğutarak yiyorsa, verilen emeğe, gelen lezzete yazıktır...

Müşteri beğensin diye yemeklerin yapılış biçimleri, içlerine koyulanlar değişmeye başladı. Yeni nesiller, bazı yemeklerin hep öyle yapıldıklarını sanıyor, hatta özgün olanını yediklerinde "yahu bu hiç olmamış" bile diyorlar...

Folklorda da öyle değil mi, yerel danslar "sözde" modernleşiyor; modernleşenler, daha geniş kitlelerle buluşuyor, böyle olunca da asıl folklor unutulup gidiyor; onu seyredenler "basit" bile bulabiliyor...

Halbuki asılları yüzlerce, binlerce yılın birikimi sonucunda oluşmuş ürünler ve yenilerini hiç olmazsa aynı adla sunmamak gerekiyor ki asıl olanlar da yaşabilsin...

"Mutfağın Yıldızları" yarışması bu kez İstanbul, Ümraniye Meydan’da devam ediyor... Metro Group Asset Management’in organize ettiği etkinliğin jürisinde amatör aşçıların hazırladığı çorbaları, pilavları, et yemeklerini ve tatlıları tadıyoruz...

Bu yazıyı da jüri öncesi, Meydan’ın kafelerinden birinde yeterince soğuk, ama ne yazık ki acaip bol şekerli limonatamın tuhaf tadından yüzümü buruştura buruştura yazıyorum...

Amatör aşçıların yarattıkları yemekleri keyifle tadıyorum... Çabalarını yürekten destekliyorum... Onlarla konuştuğumda aile büyüklerinden öğrendikleri yemekleri, aslını da bilerek yorumladıklarını öğreniyorum... Birçoğu bu yemeklerin adlarını da değiştiriyor, kendi ürettiği bir ismi koyuyor, çok güzel... Buraya kadar olanlar doğru, ama çocukları, acaba onlar öğrencekler mi, büyükannelerinin yaptıkları asıl yemekleri... Yoksa, bu asıllar, kitaplara da geçmemişse unutulup gidecek mi?

Şekersiz çay içenlerin tuhaf karşılanacağı günler yakında mı?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar