"Sakin şehir" Seferihisar

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Boğaz'ın kar beklentisiyle hırçınlaşan sularını, griye dönüşmüş denizin üzerinde rüzgâra direnmeye çalışarak uçuşan martıları izlerken bir Sığacık (Teos) âşığı olarak neden Seferihisar'ı hiç yazmadığımı düşündüm. İstanbul, geçtiğimiz haftasonunu bembeyaz kaplayacak olan karı bekliyordu, bizlerse Boğaz'daki lokantada Güney'deki o sâkin kentini, mandalina çiçeklerinin kokularını anlatan Seferihisar Belediye Başkanı M. Tunç Soyer'i dinliyorduk.

Bir araya geliş nedenimiz, Seferihisar'ın "Cittaslow Birliği"ne üye olmasıydı. İtalyanca ‘şehir' ve İngilizce ‘yavaş' kelimlerinin bir araya gelmesinden oluşan Cittaslow, 1999'da kurulmuştu. Küreselleşmenin şehirlerin dokusunu, sakinliklerini ve yaşam tarzını standartlaştırmasını ve yerel özelliklerini ortadan kaldırmasını engellemek için slow-food hareketinden doğmuştu bu kavram. Küreselleşmenin yarattığı homojen mekânlardan biri olmak istemeyen, yerel kimliği ve özelliklerini koruyarak dünya sahnesinde yer almayı hedefleyen kasabaların ve kentlerin katıldığı bir birlikti.

Seferihisar, ülkemizden birliğe katılan ilk yerleşim yeriydi... "Yavaş şehir" sözcüklerinin yanlış anlaşılabileceği kaygısıyla cittaslow "Sakin şehir" diye Türkçeleştirilmişti. Genç belediye başkanı Tunç Bey, coşkuyla anlatıyordu yaptıklarını ve hayallerini...

Cittaslow'un kriterleri arasında hava, su ve toprak temizliğinin sağlanması; ışık ve elektro manyetik kirliliğe karşı önlemler alınması; yeterli büyüklüklerde ve kalitede yeşil alanlara sahip olunması, buralarda yerel bitkilerin ve ağaçların kullanılması; okul bahçelerinde sebzeliklerin oluşturulması, çocukların yetiştirdikleri sebzelerin okul yemeklerinde kullanılması; yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılması  gibi hepimizin özlediği sözcükler yer alıyordu...

Tunç Soyer'in hemen sağında, kentle ilgili bir kitap hazırlayacak olan usta gazeteci, gastronomi alanının önde gelen isimlerinden Nedim Atilla yer alıyordu. O da değerlendirmeleri ile sohbete sık sık eşlik ediyor, omuz verdiği bu projenin başarısı için heyecanlanıyordu.

Tunç Soyer, kentin eski belediye binasını yetiştirdikleri ürünleri ve el emeklerini satabilmeleri için köylülere ücretsiz olarak tahsis etmişti, ayrıca haftada bir gün açıkhavada yine köylü pazarı kuruluyordu.

Kentin ana caddesinden başlayarak binaların boyanması, çirkin tabelâların sökülmesi için bir çalışma başlatılmıştı. Belediye ile halkın işbirliğiyle gerçekleştirilecek bu düzenlemenin sonunda, pencerelerinden ve balkonlarından sardunyaların sarktığı caddeler ve sokaklardan oluşan bir Seferihisar yaratılacaktı.

Kentin markalaşmış mandalinası, cittaclow'un kriterlerine uygun güneş, jeotermal ve rüzgâr enerjisi açısından geniş olan kaynakları, en iyi şekilde değerlendirilecekti.

Yörenin yerel yemeklerinin pişirilip satılacağı bir lokanta açılacak; kasaba içinde ulaşımın elektrikli bisikletlerle sağlanması için çalışmalar yapılacaktı...

Amaç, şehrin değerlerine, esnafına ve halkına sahip çıkması ve bunu, gelecek nesillerle paylaşmasıydı. Bu nedenle de bütün çalışmalar, halkı bilgilendirerek ve onların desteğini alarak elbirliği ile yapılıyordu.

Yerel zanaatlar, tatlar ve sanatları üretenler, bunlardan para kazandıklarını gördükçe, üretim gelişecek, marketlere, fast-foodlara ihtiyaç kalmadan kentin binlerce yıllık tarihinde biriktirdiklerini turistlerle  paylaşacaklardı.

Seferihisar, dünyadaki binlerce şehirle benzer olmaktan kurtulacak, bu satırların yazarı Sığacık'a gitmek için oradan geçerken belki arabasını da kasabanın dışına kurulacak olan otoparka bırakıp 8 kilometrelik yolu, sefere konulan bir atlıtramvayla katedecekti...

Tunç Soyer konuşurken heyecanlı ve umutluydu. Bu duyguları, lokantada onu dinleyen gurmeler ve gazetecilerden oluşan topluluğa da geçirebilmeyi başardı. Hayallerinin bile ayakları yere basıyordu; 4 bin yıldır uygarlıklara ev sahipliği yapan Seferihisar, adı üstünde bir sefere yelken açıyordu.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar