"Paslanmaz çelik" gibi olmak…

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

 

Paslanmaz çelik, değişik doğal ve yapay ortamlarda korozyon ve oksitlenmeye karşı yüksek bir direnmeye sahiptir. Paslanmaz çeliğin direnci, en az yüzde 13, çok sert ve değişken koşullarda yüzde 30'a kadar krom eklenerek elde edilir.
 
Çeliğin bünyesine katılan krom elementi oksijenle temas ettiğinde "krom oksit" bir yüzey tabakası oluşturur. Söz konusu tabaka, gözle görülemeyecek kadar incedir ama su, gaz ve oksijen temasında çeliğin etkilenmesini önler.
 
Bu yazının aktarmak istediği "ana fikir" açısından önemli olan özellik, krom oksit tabaka her hangi bir "dış etki" ile yıpranırsa, yıpranmanın çok hızlı biçimde kendi kendine "onarılmasıdır" . Bu "kendini yeniden üretme yeteneği" paslanmaz çeliğe özel kullanım alanları yaratır.
 
Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma amacına yönelik bütün üretim etkinliklerinde, uzun dönemli geleceğin korunması "kendini yeniden üreten yapının" işler halde tutulmasını gerekiyor.
 
Onarıcı etki
 
Birey, topluluk ve toplumların sağlıklı gelişmeler yaratabilmelerinin özünde her zaman "onarıcı etki" önemlidir. Vamık Volkan liderler ve Atatürk üzerine yaptığı değerlendirmede, Atatürk'ün "kendi iç dünyasında onarıcı" olmasının çok önemli bir yetenek olduğunu belirtir.
 
Bireyler "onarıcı iç dünyasına" sahiplerse, kendileri ile başa çıkabilir. Ortalama insanlarda yaygın olduğu gibi "edilgen iç dünyası" egemense, ortamına göre olumlu yönde gelişebileceği gibi, olumsuzlukların seline de kapılabilir. "Yıkıcı iç dünyasına" sahip olanlar ise sürekli olumsuzluk üretir; suçu hep başkalarında arar; kendi eksiklerini göremezler; akıl gözlerini de kendi içlerine ve dış dünyaya kapatırlar.
Ahmet Turhan Altıner'in "Mübeccel Kıray ve mahalle baskısı" yazısında, toplumsal düzlemde de kendini yeniden üretme mekanizmasının bir yönünü anlatır:
" Değişme halindeki toplumlar bölük-pörçük, düzensiz toplumlar değildir. Bunların değişmemiş, değişmekte olan ve değişmiş bulunan yönleri gene bir tutarlılık, bir ilişkiler düzeni halinde kendini gösterir. Hemen her an değişmeye hazırdır; hem de denge halindedir. Aşama, aşama değişir; değişmiş yönlerle, değişmemiş yönlerini birbirleri ile eklemleştiren ve etkinleştiren 'tampon mekanizmalar' yeni 'ara formlar' oluşur." 
Sadece fizik alanında değil, daha geniş ölçekli bir oluşum olan "toplumsal örgütlenmeler" de varlığını "kendini yeniden üretme mekanizmaları" ile sürdürüyor. Doğanın "kritik eşikte durmayı" sevmemesi, her çözülmenin ardından bir yeniden örülme süreci yaratır. Her büyük değişim ve dönüşümden sonra "yeni normal" koşulları kendini kabul ettirir. Kuvvetler arasında kendi "meşruiyet temeli" ve " hiyerarşi" oluşur; geleceğe doğru ilerleme sağlanır.
 
Kuram gerekiyor
 
Bugünün dünyasında algı, "yerel ve doğrusal işleyişten, üstel ve küresel işleyişe" doğru gelişiyor. İş çevresinin bileşenleri olan " toplum ve yapısı" yeni karşılıklı-bağımlılık ilişkilerine göre biçimleniyor. Tüketici değerlerinin değiştiği, beklentilerinin farklılaştığı ve davranışlarının yeni yaşam biçimleri, yaşam tarzları ve yaşam kalitesini tanımladığı bir süreçten geçiliyor. Üretici ve tüketicinin paydaş olmadığı bir alış-verişi uzun soluklu ilişkiye dönüştürmek mümkün olmuyor. Teknolojideki buluşlar, ticari anlamda piyasaya kısa zamanda girişler yapabiliyor ve standart ilişkiler kurulması zorlaşıyor.
 
Her şey değişiyor ama iş yaşamının "özgül misyonu" değişmiyor: Farklı yapıda olsa da, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma ana fikri bugün de merkez olma konumunu korumaktadır.
 
Birikim yeteneğini koruyarak, uzun dönemli geleceği güven altına alma ilkesinin hayata taşınması koşulları değişse de, özünde bir değişiklik olmuyor.
"Sahip olma ve olma" algısının insanları güdüleme etkisi yapmanın omurgasını koruyor; karşılıklı-bağımlılık ilişkilerindeki değişme nedeniyle yaşama yansıtılmasında ayrışmalar olabiliyor. 
 
Çekirdek yetkinlikler olmadan, değişim ve dönüşümü yönetilemiyor. Bilimi ve teknolojideki gelişme, faktör koşullarının farklılaşması, talep koşullarının değişmesi, karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin yeni yapıdaki ağlara dayanması, rakip stratejilerinin değişmesi karar çerçevelerini oluşturan "kuramın" önemini azaltma yerine, daha da artırıyor. Kuramsal çerçeve olmadan, hızla artan ve kirlenen bilgiyi analiz ederek, işimize yarayan bilginin yarara dönüştürülmesinde verimsizlik söz konusu oluyor.
Entelektüel düzlemde ve uygulama alanında kendini yeniden üretmenin çok temel araçlarından biri olan "kuramı" önemsemeden, üstel büyüyen ve küresel ölçekte ele alınması gereken iş yaşamını yönetme zorluklarla karşılaşıyor.
 
Gerçek değişim
 
Asıl sorun, David Brooks'un "Hayat çok karmaşık hale geliyor" başlıklı yazısında belirttiği gibi, "…risk değerlendirmesiyle ve karmaşık teknik sistemlerin insan psikolojisiyle karşılaştığı uğursuz kavşaklarla ilgili…"
Üstel ve küresel işleyiş, teknolojiye bağımlılığımızı artırıyor: Donanım ve yazılım sistemlerinin, finans sistemlerinin, enerji sistemlerinin, uzay sistemlerinin, hava ulaşım sistemlerinin, savunma sistemlerinin, modern üretim sistemlerinin, ticari sistemlerin, yasal sistemlerin, teknik sistemlerin, yönetim sistemlerinin, eğitim sistemlerinin ve sosyal sistemlerin karmaşıklığı tek bir kişinin kapasitesini çok aşan derinliklere doğru ilerliyor. Ama yine de, insanların ağ sistemlerini kontrol etmeleri, sistemlerin getireceği riskleri değerlendirme ve riskleri kuşatmaları gerekiyor.
Riskleri kuşatma karşısına çıkan engellerden biri, küçük hataların birleşerek büyük eğilimler yaratacağını kavrayamamış olmamızdır.
Risklere alışmanın yarattığı "kör alanları" bize hissettirecek "uyarıcı mekanizmaları" işletmede hata yapıyoruz.
Güvenli sistemlerden yana durmayı zorlayan etkenleri gözleme konusunda gerekli adımları zamanında atamıyoruz.
Karmaşık teknik sistemlere eşlik eden "karmaşık yönetim yapıları" oluşturulmasında hızlı davranamıyoruz.
İyi haberler üzerinde yoğunlaşırken "kötü haber" üzerine gitmede gerekli meydan okumaları yapamıyoruz.
Yapılan işlerde bir süre sonra "alışkanlıklar" baskın hale geliyor; eskiyen varsayımları sorgulama yerine, eski varsayımları yeniymiş gibi sunma eğilimi ağırlık kazanıyor.
Gerçek değişim, Robert Hogan'ın belirttiği gibi, "…dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü "anlamaya" bağlıdır. Yaşamlarımızı, ilişkilerimizi, kariyerlerimizi, işlerimizi ya da toplumları geliştirmek istiyorsak, insan doğasını doğruya en yakın şekilde kavrayacak bir bakış açısına ihtiyacımız var." 
Hogan'ın bir başka anlatımını daha paylaşalım: "…herhangi bir kuramı temel almadan dünyayı anlamak zordur"
Yaşam hepimizi paslanmaz çelik gibi, aşınan yanlarımızı onarmaya zorluyor.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar