"O bir sakız ağacıydı"

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

ODAK / Faruk Şüyün Sakız ağaçlarının arasından akıp gidiyor sıcağın asfaltta buharlaşmasıyla titrek görüntüler oluşturan, çöl izlenimleri uyandıran yol. Onlar, o sessiz, ıssız adaya ismini veren her dem yeşil ağaçlar olmasa, çoraklık bu duyguyu güçlendirecek ama.. o ağaçlar, Can Yücel'in o çok sevdiğim şiirini fısıldıyorlar usul usul esen bir rüzgâra dönüşerek: "O bir sakız ağacıydı, alâlade; / Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi, / O zaman bu zamandır memnun yerinden; / Seyreder bulutları, göğü, denizi. // Titreşirdi rüzgârla güneşli yaprakları; / Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından, / Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı gece, / Motor sesleri duyulurdu uzaklardan. // Tanrı adın işitmedi ömründe; / İnanmadan da madem yaşanıyor diye, / Rüzgârlı bir kıyıda, sevinç içinde, / Yaşamak dururken düşünmek niye? // Anmadı geçenleri bir defa bile; / Ne uğraşır mesut olan gelecekle? / Bir avare misali, günü gününe, / O bir sakız ağacıydı, yaşadı sade." Nisan - Mayıs aylarında değiliz ki yeşilimsi çiçeklerini görelim; Eylül'e de daha çok var yaralı yerlerinden akan "yaş"larının sakıza dönüştüğüne tanık olabilmek için. Alaçatı'da bugün ne yazık ki sayılı adette kalan bu ağaçların binlercesi kaplamış, Çeşme'nin tam karşısındaki adayı, bir zamanlar bizde olduğu gibi. Yaralı ağaçlar bunlar, çünkü gövdeleri tornavidayla çiziliyor içindeki reçinenin akması için. Bu reçinenin pıhtılaşmasıyla da "mastix" adı verilen sakız elde ediliyor. Toplanan bu usare 2-4 haftada katılaşarak soluk sarı renkli, kolaylıkla kırılabilen parça ve damlalar haline dönüşüyor. Yani, çocukluğumda Mısır Çarşısı civarında işportacıların bile �bugün ne yazık ki bulunmuyor- sattığı damla sakızına. İsa'da Önce 4 binlere kadar gidiyor sakızın tarihi. Çanak, çömlek ve ok başlarının onarımında tutkal olarak kullanılmış. Neolitik dönemde ağız enfeksiyonlarını tedavi için antiseptik özelliğinden yararlanıldığı düşünülüyor. Çiğnemek için ilk ticari sakız, 1848'de Amerika'da satışa sunulmuş. Sakız ağacının mitolojik hikâyeleri de var. Bunlardan birisi, Aziz Issidoros'un öldürülmesinden sonra kanının aktığı yerde bir ağacın çıktığı ve Aziz'in cennette Tanrı'ya o ağaçtan kan değil, süt akması için yalvardığı şeklinde. Bu sütün, günümüzdeki sakız ağaçlarının reçinesi olduğu rivayet olunuyor. Sakız ağacının özelliklerinden de bahsetmeliyim: Antepfıstığıgillerden, bodur kalmaz büyürse, melengeçe dönüşüyor. Tek cinsiyetliler, yani dişi ve erkek olarak ikiye ayrılıyor ağaçlar. Erkek olanların sakız randımanları daha fazla. Kökleri 20-25 metreye kadar indiği için çok su istemiyor, erozyonu da önlüyor. Yavaş gelişiyor, ama 100 yıldan fazla ömrü var. İşte onların arasından geçiyor Sakız'daki bütün yollar. Diplerine kireçli beyaz toprak dökülmüş ki bu da çizimlerin başladığının işareti. Gölgesinden yararlanamayacağımız kadar bodur, altına sığınıp keyif yapamayacağımıza göre, sakız sohbetimize arabamızda devam etmeliyiz. Taa ki bir Ortaçağ köyü olan Mesta'ya kadarÖ Sakız reçelini, sakız likörünü, sakızlı dondurmayı, muhallebiyi, sütlâcı, sakızlı yahniyi, sakızlı rakıyı biliyoruz, İzmir'de, Çeşme'de, Alaçatı'da tattık. Buradaki "mastik" dükkânlarında, bunların yanısıra kurabiyeleri, peyniri, şekerlemeleri, hatta sabunları, şampuanları, kremleri, diş macunları da satılıyor. Bir sakız sektörü oluşmuş. Alaçatı'nın nesi eksik ki? Yıllardır ihmal edilen sakız ağacı dikimine başlandığını duyuyorum, ama ilk ürünlerini beş sene sonra vermeye başlayacak. Umut ediyorum ki bir gün yeniden Çeşme'ye bir saat mesafede olan, aynı doğayı paylaştıkları bu adadaki gibi sakız ağaçlarıyla örtünecektir Alaçatı da. Sakız ağacı, yazıyı sahiplendi, adaya sıra yeni geldi ki, makalenin de sonu gözüktü. Limandan başlayan ada yolculuğumuz deniziyle meşhur Karfas plajlarından, seramikleriyle tanınan Armolia'dan, cepheleri çeşitli renklerde boyalarla çini izlenimi vererek boyanmış evlerin bulunduğu Pyrgi'den geçerek Mesta'ya geliyor. Bu arada, Emporio'da volkanik siyah çakıltaşlarıyla kaplı kumsalda pırıl pırıl Ege'nin serin sularıyla bir kez daha kucaklaşıyoruz. Mesta, ortaçağ özelliklerini koruyan bir labirent. Hiç güneş ışığını görmeden sokaklarında dolaşmak mümkün. Yüzlerce yıl önceki resimlerden fırlamış insanlar geçiyor önümüzden. Limanı Limenas'a da uğradıktan sonra geri dönüyor, Emporio'nun yakındaki Komi koyuna yerleşiyoruz. Artık anlattıklarımızı tatmanın, Ege'den çıkan deniz ürünlerini yemenin zamanıdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar