"Kaynak" kavramı ve ekonominin ihtiyacı

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Düşüncelerimizi anlatmanın temel araçları olan kavramların zaman ve zemin değiştiğinde anlamlarında kayma olur. Oluşan ağ yapıları ve karşılıklı-bağımlılık ilişkileri yeni tanımlar gerektirir; kavramların bazı bileşenleri elenir; yeni bileşenler eklenerek yeni anlamlar kazanır.

"Kaynak" kavramını günlük yaşamımızda çok sık kullanırız. "İnsan ve sermaye kaynaklarını üretim sürecinde etkin kullanarak zenginlik üretme ve insan yaşamını kolaylaştırmanın temel amaç" olduğunu söyleriz.

Wolfgang Sachs, "…bir kaynak başka bir kaynağa dönüştürülmedikçe değeri olmayan bir şeydir" der. Kaynakların değişik özelliklerine dikkat çeker:

Kaynakların GSMH'yi artırma kapasiteleri belirleyicidir; ona kaynak niteliği kazandırır.

Kaynaklar ulusal ya da küresel muhasebe defterlerinde belirlenir, ölçülür ve gerekli etkinliklere göre değerlendirilir.

Bir şeye kaynak adını vermek, onu ulusal çıkar için sömürmeye açmak anlamına gelir.

Ivan Illıç benzer bir yaklaşımla "gelişme" kavramını, "…zorunluluğun nüfuz alanından kaçışını vaat eder; bunun yolu da herkesi mevcut kaynaklar üzerine sevk ettirmek, açgözlü bireyi yaratarak onun doymak bilmez arzularını tatmin etmek üzere bu kaynakları kullandırmaktır" diye tanımlar.

Wolfgant Sachs, yirminci yüzyılda "kaynak" sözcüğünün sanayi girdilerini tanımlamak için kullanıldığını işaret eder. Bunun sonucunda, ormanlara bakıp "kereste", kayalara bakıp "maden cevheri", manzaralara bakıp "gayrimenkul" ve insanlara bakıp "emek gücü" görmek üzere eğitildiğimizi ileri sürer.

Nobel Ödüllü Kruger başka bir açıdan bakar; ideolojik yaklaşımın etkisini öne çıkararak: "…muhafazakar ideolojinin, yani açgözlülüğün daima iyi olduğu inancının, krizin yaratılmasında nasıl katkı sunduğunu ortaya koyması yerinde olacaktır" yargısını aktardıktan sonra, "…pervasız bireysel çıkarların ahlâki açıdan kötü olduğunu bilirdik; şimdi bunun kötü ekonomi anlamına geldiğini de biliyoruz" der.

Harvard Üniversitesi öğretim üyelerinden olan Kemal Kafadar, muhafazakar ideolojinin önderi ABD'ye ilişkin şu gözlemleri paylaşıyor: "…ABD'nin bir mağrur olma hali, aşırı bir özgüveni var. Yunan tarihçilerin tekrarladığı bir şey var: Büyük güçlerin mağrur olma hali, aslında onların en zayıf noktasıdır. Yükseliş ve çöküş çizgilerini belirleyen en önemli unsur bu mağrurluktur."

Illıç, Sachs, Kruger ve Kafadar'ın "…kişisel gözlemlerini genelleştirdiklerini" düşünerek önemsemeyebiliriz.

Gazetelere "Kraliçem özür dileriz krizi kibir çıkardı" başlığı ile yansıyan habere ne diyebiliriz?

Aralarında Merkez Bankası Para İstikrarı Kurulu Üyesi Tim Barelly'nin de bulunduğu ekonomistler, "Kriz neden çıktı, neden öngörülemedi?" diye soran Birleşik Krallıklar Kraliçesi'ne yazdıkları mektupta, "…bir yandan riskli borçlar yönetilirken diğer yandan sistemi koruyacağını zanneden sarsılmaz fikirli finans sihirbazları, kibirle karışık hüsnükuruntularından dolayı suçludur" diyorlar.

Eğer, ideolojik yaklaşımın "kaynak verimine etkilerini" sadece ekonomi alanı ile sınırlı tutmak istemezsek, Ahmet Semih Halidi'nin tanıklığına başvurabiliriz. Guardian'da çıkan makalesinde, "…İsrail ordusu ne kadara güçlenirse, ufak eksiklikler karşısında o kadar hassas oluyor. Tek bir tankın kaybı ya da bir askerin kaçırılması 'olumsuz çarpan etkisi' yaratıyor. İsrail'in 'caydırıcı' gücü kantarın topuzunu kaçırıyor. Bu nedenle misillemeleri, kâh caydırıcılığı tesis etme, kâh düpedüz intikam, kâh düşmanlarını isteklerine kabule zorlama amacı taşıyor. İsrail taraflar arasında herhangi bir denklik olduğunu kabullenmekten korkuyor.Atılganlık, taktik beceresi ve 'temiz operasyon' konusunda kendinden bazı şeyler öğrenmiş rakiplere karşı karşıya olduğunu kabullenemiyor." İsrail ordusu, giderek kendi gücünü aşırı değerlendirmenin tutsağı haline geliyor.

Ernst Mayer, "Biyoloji Budur" adlı kitabının son sayfasında, kendi etik değerlerini açıklarken, "…bu insanlığa duyulan bir inanç, insanlıkla dayanışma duygusu ve insanlığa gösterilen sadakattir . İnsanoğlu milyonlarca yıllık evrimin sonucudur ve bizim en temel etik ilkemiz insanlığın geleceğini güçlendirmek için her şeyi yapmak olmalıdır. Diğer bütün etik kurallar bu temelden türetilebilir" diyor.

Eğer gerçek anlamda "iyi bir insan" olmak istiyorsak, Kruger'in çağrısına kulak verelim: "Yeni bir ilerici gündem -buna yeni düzen diyelim- sadece ekonomik anlamda mümkün olmakla kalmıyor; aynı zamanda tam da ekonominin ihtiyacı olan şey" oluyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar