"Kaşmir Yolu" nelerin öyküsüdür?
Yükseköğretim kurumlarında öğretim üyesi olma sevdasının peşine kötü takılmıştım. Rıdvan Karalar, Cengiz Tekin o sevdamın ilk elden tanıkları idi... Sevdaya kavuştuğum zaman yıl 1978'di; Cahit Sıtkı Tarancı'nın tanımlaması ile "yolun yarısına" gelmiştim.
Tutkuyla bağlı olduğum öğretim üyeliği kariyerimi, doktora derecesi aldığım gün bırakıp özel sektöre geçmemi kendime tam olarak açıklayabilmiş değilim. Babam, anamdan aldığım, karar verdiğim zaman geri dönmez inadımı iyi bildiği için sesini bile çıkarmamıştı.
Şişecam'da işe başlayacağımı açıkladığımda, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde beni sevenler ve sevmeyenlerden, nereden kaynaklandığını net olarak anlamadığım benzer itirazlar yükseldi: "Masonların hakim olduğu yerde, yarım yamalak İngilizcenle bir adım ilerleme şansın yok... Bu sevdadan yol yakınken dön!"
Öylesine bir kararlılık içindeydim ki, hemen istifa dilekçemi işleme koydurarak gemileri yaktım; geri dönüş kapılarını kapattım.
Şişecam Planlama Müdürlüğü'nde ilk günden başlayarak kimin hangi okulları bitirdiğini, yabancı dil derecelerini, kimliklerini ne gibi değerler üzerinde inşa ettikleri sorgulamaya başladım.
Sözlü olarak anlatmasalar da, yazıya dökme alışkanlıkları olmasa da Anadolu insana kendine özgü kimliğini kazandıran "değerler sistemi" vardır. Uzun süre Eskişehir'de çalıştığım için Kütahya ve Afyon çevresi insanlarını başka yörelerin insanlarından ayıran özellikler olduğu kanısına ulaşmıştım... Özellikle kadınların insana yaklaşımı, annelikten de beslenen sevecenlikleri hep dikkatimi çekmişti.
Ayşen'le konuşurken, ailesinin Afyonkarahisarlı olduğunu, anne ve baba dedesinin de esnaflık yaptıklarını söylemesi, sanki kırk yıllık arkadaş ve dostuymuşum gibi, "...Benim katkım olacak bir şeye ihtiyacın olursa çekinmeden söyleyebilirsin" derken, o iri gözlerindeki ışıltının verdiği güveni unutmam mümkün değil... Unutursam, akıl ve insafa, daha da önemlisi insani değerlerden biri olan "vefa duygusuna" ihanet etmiş olurum...
Zihnimde şekillenen düşünceyi bugünkü gibi anımsıyorum: "İyi eğitim almış bir Anadolu kadınının açık çekini aldın; bu iş yerine gelirken yüreğine korku salanları utandırmak için gerekli güce sahipsin. Bundan sonrası sana kalmış bir şey..."
Tam otuz yıl geride kaldı. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan, sınırsız bir güvenden beslenen, sırları paylaşan, sevinçlere ve acılara ortak olan dostluğumuzun düzeyini geliştirerek koruduk ve bugünlere kadar geldik...
"Kaşmir Yolu"nun ilk adımı, "özel kart işi" için Cağaloğlu'nda matbaaları dolaştığımızda atılmıştı. Kendi işini kurarak, rutinin tuzağına düşmeden ve emir almadan yaşamaya karar vermiş kararlı bir girişimci kadınımız vardı karşımızda...
"Kaşmir Yolu"nun inatçı bir kararlılıkla, insani sınırları zorlayan özveriyle ve başarmaktan doğan sevincin sürükleyici güdülendirmesiyle sarp kayalıklarda açılan bir yol olduğunu bilenlerdenim.
İlk elden tanıklık ettiğim bu girişimcilik öyküsünü anlatan "Kaşmir Yolu"nu benim penceremden nasıl görüldüğünü öğrenmek isteyenlere diyorum ki:
Ayşen, iş yaşamını tornistanı olmayan bir gemi gibi, hep ileriye giden, hep başarılı olan bir olgu gibi anlatsaydı, "...işte bir şarklılık örneği" diye öfkelenir; hemen telefona sarılır insaf sınırlarını aşan eleştirilerimi kendisine aktarırdım.
Ayşen, "Bu benim ilk ve son romanım" diyerek "kendine sınır koyma ilkesine" uymamış olsaydı; O'nu kendine aşırı değer vermekle eleştirir, tutumunun, benim bildiğim Anadolu kadını damarından beslenmediği uyarısını yapardım.
Ayşen, yaratılan sonucun odağına sadece kendini koyup, ekibine gereken değeri vermeseydi, "...sana hiç yakışmamış!" diye isyan eder; böylesi bir tutumun hataların en büyüğü olduğunu söylemekten geri durmazdım.
Ayşen, tutkularını anlatırken içinden geldiği ortamın "öğreticiliğini" ihmal edip, " kerameti sadece kendinden menkul" bir anlayışa tutsak olsaydı; yüreğim parçalanır; "...benim kadim dostum, kasaba kültürü tuzağına yakalanmış" diye isyanları oynardım.
Ayşen, sevda haline getirdiği işini, arı-duru bir dille anlatma özeni göstermeseydi; "...dil insanın aynasıdır" diye paylaştığımız değerlere uymadığı için, bir daha böyle bir işe girmemesi için bulabildiğim en ağır sözcüklerle eleştiri oklarını kalbinin tam orta yerine saplardım.
Ayşen, yazarak belgeledikleri ile "saygı uyandıran ve ilham veren özü" yakalamamış olsaydı; Mevlana'nın " Gerçek dostu olanların aynalara ihtiyacı yoktur" uyarısına sığınır; "liderlik özellikleri olmayan girişimcilik, girişimcilik değildir" eleştirisini yöneltir; "önce liderlik özelliklerini geliştir; sonra kitap yazarak insanları yanıltma" diye uyarırdım.
Ayşen, kendisiyle birlikte yüklerimizi yüksünmeden paylaşan, olağanüstü girişimci yetenekleri olan, dışa ve dünyaya açık işleri başarıyla yürütme becerisi nedeniyle engin saygı duyduğumuz eşi Bijen Zamanpur'u gerektiği gibi anlatmamış olsaydı; yüreğim derinden yaralanır; kadim arkadaşımın hakkının yendiğini düşünür, Ayşen'in her zaman güvendiğim "özü, sözü ve davranışı bir olan iç tutarlılığını" yitirdiği kanısı benliğimi derinden sarsardı...
"Kaşmir Yolu"nu Doğan Kitap" okuyucuya ulaştırıyor... Yazdıklarımın ne denli gerçekçi olduğunu kitabı okuyanlar değerlendirebilecektir.