"Japonya'da aktif kadercilik hakim, umutsuzluk değil"

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN [email protected]

CNRS Direktörü Sabouret, "Japonya, yeniden kurmaya, yeniden inşa etmeye alışmış bir ülke. Japonlar için önemli olan mekanın veya nesnenin değeri değildir. Değer, sürekli olarak tekrar edilebilen hareketin mükemmelliğinde gizlidir. Bu, pirinç toplayan kişinin yorulmak bilmez hareketidir" diyor.

"Budizm ve düşman doğa, Japonlara, dayanmayı, katlanmayı ve susmayı öğretti. 15 Ağustos 1945 tarihinde Japonya teslim olduğunda, Japon hükümdarı, 'Katlanılamaz olana katlanmak zorundayız' demişti. 12 Mart 2011'de toprak sinirlendi. Büyük bir deprem ve tsunami yaşayan Japonya, şimdi de nükleer felaketini engellemeye çalışıyor. Japonlar, yine katlanılamaz olana, katlanmak zorundalar." 

Bu sözler Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) Direktörü Jean-François Sabouret'ye ait. 25 sene boyunca bu ülkede eğitmenlik yapan Sabouret, Japonya konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından birisi. Sabouret, Le Point dergisinde yer alan söyleşisinde, Japonların yaşanan zorluklar karşısında pes etmeyecek bir toplum olduğunu söylerken, Japon stoisizminin "yaşam ve ölüme karşı büyük bir onurla mücadele edilmesi gerektiğini savunan" bir felsefe olduğunu ifade ediyor.

"Yüzen bir dünya üzerindeki tahta medeniyeti"

Japon ruhunun zorlu doğa şartları tarafından biçimlendirildiğini söyleyen Sabouret, budizm sayesinde ise toplumda "şimdiki zaman ve geçicilik" kavramlarının hakim olduğunu hatırlatıyor. "Japonya, geçiciliğin ülkesi. Onlar 'yüzen bir dünya' resmi yapıyorlar. Yarının ne getireceği bilinmez. Mutsuzluk söz konusu olduğunda, onunla yüzleşmek; mutluluk geldiğinde ise, bundan faydalanmak gerekir. Bu aktif kaderciliktir. Umutsuzluk değil" diyen Sabouret, Japon kültürünün temelinde maddiyatçılık olmadığını da ifade ediyor. Sabouret'in Japon halkına yönelik ilginç yorumları şöyle: "Japonlar da bizim kadar maddiyatçı, fakat Japon kültürünün temelinde maddiyatçılık yok. Yarın her şeyimizi kaybedebiliriz ve insan kaderi bunu kabul etmektir. Japonya, yeniden kurmaya, yeniden inşa etmeye alışmış bir ülke. Eğer biz taş medeniyetiysek, Japonya tahta medeniyeti. Japonya'daki en önemli tapınak olan Şinto tapınağı tahtadan yapılmıştır ve Japonlar her yirmi senede bir bu tapınağı yeniden inşa ederler. Japonlar için önemli olan mekanın veya nesnenin değeri değildir. Değer, sürekli olarak tekrar edilebilen hareketin mükemmelliğinde gizlidir. Bu, pirinç toplayan kişinin yorulmak bilmeyen hareketidir. Bu yüzden, Japonlar nükleer felaketi engelleyebilirlerse, yeniden ayağa kalkacaklardır.  Fakat nükleer felaket yaşanırsa, işler zorlaşır."

Kaçacak hiçbir yer yok

Deprem sonrasındaki süreçte tüm dünyanın dikkati çeken görüntülerden birisi de Japonların, resmi talimatlara sorgulamadan uymaları oldu. Sabouret'ye göre, Japonların başka şansı yoktu. Neden mi? İşte nedeni: "Japonların otoriteye inançları orta seviyede; fakat yine de tüm talimatlara uyuyorlar. Bunu körü körüne bir itaat olarak değerlendirmek kolaya kaçmak olur. Nereye kaçabilirler? Japonya bir ada. Orada yaşamış olan herkes bu duyguyu iyi bilir. Kaçacak hiçbir yer yoktur. Fukushima santralinin patladığını ve radyoaktif bulutun Tokyo'nun güneyine ilerlediğini düşünün. 40 milyon insanı nasıl tahliye edersiniz? Japonlar bu dar toprağa duygusal olarak bağlılar."

Nükleer canavarının yanında uyumaya devam etmek zorundalar

Sabouret, nükleer felaket yaşansa bile, Japonya'nın atom ihtiyacının "yaşamsal" önem taşıdığını söylüyor. Japonya'nın enerjisi ihtiyacının yüzde 40'ını nükleer enerjiden sağladığını hatırlatan Sabouret, "Japonya'da büyük bir nehir yok. Kömür kaynaklarını tükettiler. Rusların izni ile kullanabildikleri Sibirya'daki gaz ve petrol kaynakları yetersiz. Dolayısıyla, nükleer canavarının yanında uyumaktan başka şansları yoktu" diyor. Fransız nükleer şirketi Areva'ya bilimsel danışmanlık veren Bertrand Barré ise, Japonya'nın nükleer üretiminin yüzde 60'ının iki yıl boyunca felce uğrayabileceğine dikkat çekiyor. Japonların krizin başından bu yana hiçbir hata yapmadıklarını da söyleyen Barré, buna rağmen, Fukushima çevresini terk etmek zorunda kalan 200 bin kişinin bir daha geri dönemeyebilme ihtimalini de göz ardı etmiyor.

Dünya doğal felaketleri yönetmeyi öğrendi

Ekonomistlere göre, Japonya'da meydana gelebilecek bir resesyon küresel ekonomiyi çok fazla etkilemez. 1990'lı yıllarda küresel GSMİH'nin yüzde 18'ini temsil eden Japon ekonomisinin payı, bugün sadece yüzde 9. Fakat asıl gündeme gelen konu, doğal felaketlerin sayısının 1950-2000 yılları arasında tam 20 kat artış göstermiş olması. 50 yıl içinde doğal felaketlerin ekonomilere getirdiği yük, ortalama 240 milyon dolar olarak gerçekleşti. Seneler bazında bakıldığında ise, doğal felaketlerin sayısı artarken, ekonomik maliyetlerinin sabit kaldığı görülüyor. Bu da, risklerin ve felaket sonuçlarının daha iyi yönetildiğinin göstergesi.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar