"Güvenmemek" bu coğrafyanın haklı ortak düsturu, çözümlerin ön

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Olayların okunmasının birden farklı biçimleri vardır. Size aktarılanla yetinebilirsiniz, bu sizde elem, sevinç, gurur gibi duygular uyandırır ya da akıl ve mantık süzgecinden geçirir ve zaman içerisinde bir dizin haline (kronoloji) sokarsınız, işte bu farklı bir derinlik yaratır. Yakın zamanda 24 şehit verdiğimiz açıklanan terör konusunu da tıpkı deprem ve Kaddafi'nin "yok edilmesi" gibi kronolojik bir süreçte okumamız gerekiyor. PKK terörü ülkemiz için yeni değil, ancak son tırmanışı, tamamen durmuş olduğu 12 Haziran 2011 seçim döneminin hemen sonrasına denk geliyor. Sürecin sıra dışı en önemli açıklaması ise PKK ile resmen görüşüldüğü oldu. Devlet bir sorunu çözmek ya da ortadan kaldırmak için sorunun kaynağıyla doğrudan görüşmeler yürütebilir, bunda bir yanlış yok. Ancak, seçim sonrasında (yüzde 50 desteğe rağmen) birden tırmanan olaylar uzlaşmanın gerçekleşemediğini açıkça ifade ediyor; "seçim öncesi ne sözler verildiyse, belli ki tutulmamış, bir anlaşma olmamış, silahlar yeniden çekilmiş". Her zaman ifade ettim, Kürtlerin ayrılmak, federe devlete dönüşmek gibi bir istekleri zaten bulunmamakta, bu istek varsa bile PKK'nın ve konuya siyaseten bir türlü vakıf (hakim) olamayan BDP'nin açmazıdır. Zira bir güç odağı varlığını çözümsüzlükten aldığı enerjiyle pekiştiriyorsa, sorunu sürdürmeye mecburdur. O halde mesele devletin olumlu yaklaşımını neyin ya da kimin engellediğine odaklanır. Bana göre Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptali bile afetle gelen elem değil, güven erozyonuyla iyice pekişen terör beklentisidir.

Van Depremi de basın üzerinden topluma yansıtılan "büyük ve organize" güç olduğumuz savını desteklemedi. En önemli zaman dilimi olan ilk 24 saatte müdahale zayıf kaldığı gibi, Kızılay üzerine düşen görevi yerine getirmekte zorlandı. Zaman zaman yaptığım üzere eski yazıları yeniden gözden geçirdim, 1999 Marmara Depremi'nde bölgeyi doğrudan izleyerek yazdığım herhangi bir yazının başlığını değiştirseniz, rahatlıkla bugünkü manzaranın da tasviri olabiliyor. Üstelik Doğu'yu tanıyanlarınız bilecektir, benim mecburi hizmetimi yaptığım 1989'dan bu yana bile çarpık şehirleşme dışında elle tutulan bir gelişme bulunmamakta. Sözün özü Van'daki deprem tablosu 1999'la aynı tablo; bir şey hariç, 1999 depreminden sonra toplanan deprem fonları (ister ÖTV deyin, ister afet fonu) Bakan'ın açıklamasına göre "duble yol" yapımında kullanılmış. İmar sorunu yaşayan binaların elden geçirilmesine yönelik "İstanbul dâhil" tek bir ciddi adım atılmadığı gibi, fonlar da "74 milyonun sağlık, eğitim vb. gereksinimleri" için harcanmış. Adı üzerinde, "özel amaçlı fon", o halde buna harcama değil "çarçur etme" adı verilir. Elbette Van öyle ya da böyle yaralarını saracak, binalar yeniden yapılacak. Ancak devletin deprem fonlarını başka deliklere tıkamasının yarattığı güven erozyonu kolay kolay giderilemeyecek. Artık kimse nakdi bağışta bulunmak istemiyor, hayırseverler "okul yaptırırız, ama para vermeyiz" sözünü açıkça ifade ediyorlar.

Ortadoğu yeniden mi yapılandırılıyor, bu tartışılır. Bir yeniden yapılandırma sevdası var, ama bunun ne kadar istenilen olacağı kuşkulu. Arap Baharı olarak adlandırılan değişim, salon entelektüeli arkadaşlarımızı "özgürlükler artıyor" dürtüsüyle sevindirse de, duman kalkınca görünecek olan tablo özgürlüklerin artması değil, başka bir tahakkümün yerleşmesi olacak. Kaddafi'nin yaşadığı süreçten çıkarılması gereken dersler henüz ulusların eğitim müfredatına aktarılmadı. Kıbrıs Harekatı gibi, en zor anlarımızda bile bizi desteklemekte tereddüt etmemiş bir devlet başkanının, hele hele ülkesine kazandırdıklarını da dikkate alırsanız, düşeceği durum bu olmamalıydı. Kaddafi ne zorba ne de diktatör olduğu için öldürüldü, "dünyayı düzen sistemin" önünde ciddi bir engel teşkil ettiği için ortadan kaldırıldı. Çünkü yaşı gençti, Castro kadar bekleyecek zaman yoktu. Arap Baharı'nın muhtemelen hiç açamayacak gülleri, ama her daim sivri dikenlerinin kurbanı oldu. Çünkü bu coğrafyanın her yerinde olduğu üzere, "güvenmek" onun da en ciddi sorunuydu. Ve asla merak etmeyin, Batı basınının "gazete sahiplerini ve üst düzey yönetimlerini" toplamak gibi bir gereksinimi bile yoktur; yeryüzü sadece cam ekrandan izlendiği sürece tarih de haber bültenleriyle yazılır.

Geçen hafta size "olayları parçalarına ayırarak çözeceğini iddia eden" Kartezyen Düşünce'nin artık iflas ettiğini yazmıştım. Bu günümüz bilimi için ne kadar doğruysa, sosyal süreçler için de aynen geçerlidir. Çünkü artık 17. yüzyıl ortamında yaşamıyoruz. Bir ülkeyi en başta cam ekrandan pompaladığı lüks ve endüstriyel tutkuyla esir almaya çalışan zihniyet, o tutkunun aslında doğal yapının bir parçası olagelmiş kuşkunun da uyaranı olduğunu bilmek zorunda. "Güvenmemek" bu coğrafyanın haklı ortak düsturu, çözümlerin önündeki en temel sorunudur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar