"Futbolun ölümü için değil yaşaması için çalışıyoruz (!)"
Bu haftaki yazımızın başlığı UEFA başkanı Michel Platini'ye ait. Michel Platini hemen her platformda Avrupa'da futbolun geleceğine ilişkin ciddi endişelerini dile getiriyor. Nitekim, 2009 yılında UEFA Yönetim Kurulu'ndan Finansal Fair Play kurallarını çıkartırken de, en büyük kaygısı, futbolda giderek kaybolan rekabet ve bunun uzun vadede futbola olumsuz etkileri üzerindeydi.
Rekabeti yeniden düzenlemek için finansal fair play
Özellikle, Avrupa'da büyük kulüpler sahip oldukları yüksek bütçeleriyle kendilerine ekstra avantajlar sağlamakta ve bunu bir süre sonra yeşil sahalarda kendi lehlerine kullanmaya çalışmaktaydılar. Nitekim, İngiliz takımları açık bir şekilde Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'ni domine eder haldeydi. Örneğin Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde altı, yarı finalde üç İngiliz takımını görmek adeta sıradan bir olay haline gelmişti ve bu durum bir Fransız olarak Platini'yi fena halde etkilemekteydi. Bu durum daha fazla devam edemezdi ve nitekim de etmedi. Avrupa futbolunda İngiliz kulüplerinin rekabet üstünlüklerinin devam etmesi, uzun vadede futbolun ölümü anlamına geliyordu. Bu anlamda rekabeti yeniden düzenlemek ve finansal olarak kulüplere çeki düzen verebilmek için Finansal Fair Play ve Toplumsal Sorumluluk Komitesi'ni (Financial Fair Play and Social Responsibility Committee) oluşturdu ve komitenin başına da sayın Şenes Erzik'i getirdi.
Başlangıçta bu komite çok ciddi kararlar aldı ve bu kararları tüm liglerde istisnasız uygulayabilmek için harekete geçti. Ancak bir süre sonra Şenes bey bir başka komiteye alınarak, bu komiteye repütasyonlarında ciddi olumsuzluklar bulunan kişiler atandı.
Finansal Fair Play ile ne amaçlandı?
Aslında felsefe olarak tamamen doğru ve mantıklı olan bu kurallar bütünü öz itibariyle üç ana konuda kulüpleri finansal disipline davet ediyordu.
Buna göre; futbol kulüpleri öncelikle mevcut gelirlerinin üzerinde harcama yapamayacaklar; ikinci olarak, kulüpler mevcut gelirlerinin ancak yüzde yetmişini oyuncuların maaş, ücret ve transfer harcamalarında kullanabilecekler, üçüncü olarak ta kulüpler kendi faaliyet alanları dışında elde ettikleri gelirleri, yani başkan, yönetici ve şirket ortaklarından almış oldukları borçları kaynaklarına iade edeceklerdi.
Bu kuralların başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi, kulüpler arasındaki rekabetçi dengeyi yeniden düzenleyecek ve büyük kulüpler ile küçük kulüpler arasındaki haksız rekabeti minimize edecekti. Temelde bu kurallar aracılığıyla rekabetin yeniden düzenlenmesi, orta ve uzun vadede futbolun sağlığı ve geleceği açısından büyük önem taşıyordu. Bu başarı Platini'nin Avrupa futboluna ilişkin düşlerinin de gerçekleşmesi anlamına geliyordu.
İngilizlerden İtiraz
Ancak, başta çok borçlu olan İngiliz kulüpleri olmak üzere çoğu büyük kulüp, kısa süre içinde bu kuralları uygulamayacaklarını belirterek, ek süre istediler. Bu talebin sonunda, 2012-13 sezonundan itibaren uygulanacak Finansal Fair Play kuralları (FFP) 2014-15 sezonuna ötelendi. Bu erteleme ile UEFA ilk kez bu kulüpler karşısında geri adım atmak durumunda kaldı. Nitekim, FFP kurallarının uygulamaya gireceği yılda Avrupa'nın en borçlu liglerinin başında İngiliz Premier Lig ve İspanyol La Liga geliyordu.
FFP gereğince kulüpler futbol dışından gelen fonları kaynağına iade etmek zorundaydılar. Yani, Başkan'dan, şirket ortaklarından ya da üçüncü kişilerden sağlanan fonların kaynaklarına iade edilmesi gerekmekteydi. FFP uygulamasının ilk çıktığı tarihte İngiliz küplerinin toplam borcu 5,5 Milyar Euro'ya, İspanyol Kulüplerinin borçları da 3,5 Milyar Euro'ya ulaşmış durumdaydı.
Finansal Fair Play Bazı Kulüplere Dokunamadı!
Avrupa'nın beş büyük ligi ve bu liglerin en üst seviyedeki takımları bugün parasal ve sportif anlamda Avrupa futbolunu domine ediyorlar. Bu durum onlara ekstra bir avantaj yaratırken, diğer taraftan reyting güçleri nedeniyle, onlara açıktan olmasa da bir dokunulmazlık sağlıyor.
Nitekim, bu kuralların ivedilikle uygulanması gereken bu ligler ve kulüplere yukarıda dile getirdiğim nedenlerden dolayı UEFA hep toleranslı davrandı. Avrupa'nın en gözde kulüpleri aynı zamanda en fazla borca sahip kulüplerdi. Endüstriyel Futbolun göz bebeği ve rol model kulüplerinden Manchester United'ın borcu 700 milyon Sterlin'e yaklaşırken, Real Madrid'in borcu 500 milyon Euro'nun üzerine çıkmıştı. Hal böyle olunca, FFP'in başarıyla hayata geçirilebilmesi çok mümkün olmayabilirdi. Platini bu duruma uygun orta bir yol bularak, süreyi uzattı ve bu kulüpleri de bu uygulamanın içine çekmeye çalıştı. Bu kuralın çalışabilmesi ve uygulanabilmesi özellikle endüstriyel futbolun ikonu olmuş kulüplerde başarıya ulaşmalıydı. Örneğin, Showbusiness'ın en önemli kulüplerinden Chelsea'ye, sahibi Roman Abramovich 748 milyon Sterlin borç vermişti ve FFP gereği bu borcu sahibine iadesi gerekmekteydi. İşte bu koşullar altında Platini FFP'i hayata geçirebilmek için öncelikle bu ülke liglerinin futbol otoritesini sıkıştırmaya başladı ve bu sıkıştırmadan sonuç ta aldı. Premier Lig başkanı Scadumore İngiliz kulüplerinin bu borçluluk seviyesi ile devam edemeyeceklerini ifade etti.
Yine bu kurallardan belki de rekabeti en çok etkileyen, en önemlisi olan, bir kulübün transfer harcamaları ile oyuncu ücret ve maaşlarının, toplam giderlerin yüzde yetmişinden daha fazla olmaması kuralıydı ve bu kuralın istisnasız hayata geçirilmesi gerekmekteydi.
UEFA çifte standart uygulamaktan vazgeçecek mi?
Bugün geldiğimiz noktada, bu kuralların uygulamasına bakıldığında, UEFA'nın küçük ya da periferi liglerin takımlarına şahin kesilirken, büyük liglerin büyük takımlarına karşı son derece hoşgörülü bir yaklaşım sergilediğini gözlemliyoruz. UEFA'nın bu çifte standartı ne yazık ki, oyunun Fair Play kısmına en büyük darbeyi vuruyor. Bu kurallar, bugün itibariyle hiç bir kulübe taviz verilmeksizin ve hakkaniyetle uygulanıyor olsa, bugün hiç bir İngiliz ve İspanyol kulübünün ne Şampiyonlar Ligi, ne de Avrupa Ligi'nde oynayamıyor olması gerekirdi. UEFA, endüstriyel futbol ve showbusiness uğruna, büyük takımların mutlaka vitrinde olmaları için kendi kurallarını göz ardı ediyor, bazı olumsuzluklara göz yumuyor. O zaman şu soruyu sormak kaçınılmaz oluyor: futbolun geleceği ve sağlığını düşünüyorsanız, zaten rekabeti bozan kulüplerin bu kuralları aşmasına neden göz yumuyorsunuz? Bu durum UEFA'nın ve Platini'nin inandırıcılığı ve güvenilirliğini ciddi şüpheye düşürmüyor mu?
Giderleri gelirlerini aşan ve beşyüz milyon Euro borca sahip Real Madrid'in Yüz milyon Euro'ya Gareth Bale'i alarak, asrın transfer rekoru kırmasını; futboldışı fonlara izin vermeyeceğini ifade eden UEFA'nın, bu sene Körfez fonlarından birisinin 250 milyon Euro transfer harcaması yaptığı Fransız PSG kulübüne seyirci kalmasını, sahibi Abramovich'e 748 milyon Sterlin borcu olan Chelse'nin Şampiyonlar Ligi'nde oynamasını, 700 milyon Sterlin'e yaklaşan borcu ve son beş yıldır zarar eden Manchester United'ın Şampiyonlar Ligi'ne alınmasını, sahibi bir Körfez şeyhi olan Manchester City'e 450 milyon Sterlin'e ulaşan futbol dışı paranın enjekte edilmesine seyirci kalan bir UEFA'ya ne kadar güvenebileceğiz?
UEFA güvenilirliğini sağlamlaştırmak ve gerçekten de Avrupa'da futbolun geleceğini güvenceye almak istiyorsa, mutlaka çifte standart uygulamasına son vermelidir. Rekabeti bozan olumsuzlukları ortadan kaldırmalı, dengede rekabeti sağlamalıdır. Büyük kulüplerin leyhine haksız rekabete izin vermemelidir. Beş büyük ligin dışındaki liglere de Avrupa futbolunun ihtiyacı olduğunu görmelidir. Sadece reyting uğruna, futbolun geleceği feda edilmemelidir. Büyük kulüplerin büyüklüğü, oynayacakları rakiplerinin büyüklükleriyle orantılıdır. Bırakın da, diğer ligdeki takımlar da rakipleriyle mücadele edebilsinler...
Eğer Michel Platini söylemlerinde gerçekten samimiyse, eylemlerinde de samimi olmalı, hakkaniyetlikten uzaklaşmamalıdır. Avrupa futbolunun geleceği Platini'nin en öncelikli gündemini oluşturuyorsa, FFP uygulamalarında tarafsız ve adilliğini kaybetmemelidir. Bizim gibi ikinci sınıf futbol ülkeleri de, gelişen Avrupa futbolunda söz sahibi olmak, futbol ekonomisinden hak ettikleri payları almak istiyorlarsa, UEFA karşısında kapı kulu olmaktan vazgeçmeli, yeri ve zamanı geldiğinde UEFA'ya karşı dik bir duruş sergileyebilmeliler.