"Dengelenme süreci"

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

 

 

Bir süreden beri bu sene ekonomideki riskin enflasyondan büyümeye doğru kaymış olduğu konusunda bazı tespitlerde bulunuyorum. Konuyla ilgili ilk yazıyı "Bu sene kayıp bir sene olabilir mi?" başlığıyla 24 Mayıs'ta yazmışım. Nitekim geçtiğimiz 3 ay içerisinde bu durum daha net bir şekilde ortaya çıkmış bulunuyor. Haftasonu yayınlanan PPK Toplantı Raporu'nda da "önümüzdeki dönemde enflasyonun aşağı yönlü bir eğilim sergileyeceği" ve hatta, küresel emtia fiyatlarında gözlenen artışa rağmen "işlenmemiş gıda fiyatlarında varsayılandan daha olumlu bir gelişme gözlenmesi halinde, enflasyonun yıl sonunda Enflasyon Raporu'ndaki baz senaryoda öngörülenden daha düşük seviyelere inebileceği" vurgulanmakta. Öte yandan, aynı raporda son gelen ekonomik veriler ışığında 3. çeyrekte iktisadi faaliyetteki toparlanmanın öngörülenden daha zayıf olabileceğine de dikkat çekilmekte. Bu hafta gelen verileri dikkate aldığımızda bu zayıflama durumunun 26 Temmuz'da yayınlanan Enflasyon Raporu'nda öngörülenden de daha yüksek olduğu düşünülebilir. (Hatırlanırsa, söz konusu raporda çıktığı açığı tahminleri gelecek 8 dönem için aşağı doğru revize edilmişti.)

Son gelen veriler gerçekten de pek parlak bir duruma işaret etmiyor. Mevsimsellikten arındırılmış reel kesim güven endeksi Mart ayından beri gerileme içerisinde. Keza, kapasite kullanım oranı da Mart ayındaki kısa bir toparlanma dışında sene başından beri düşmekte. KKO ile sanayi üretimi arasındaki yüksek korelasyonu dikkate aldığımızda, son aylarda sanayi üretiminin de zayıf seyretmiş olması çok büyük olasılık. Öte yandan, AB'nin malum durumu ve diğer menfi jeo-politik gelişmelere rağmen, ihracat performansımızın son aya kadar beklentilerin üzerinde gerçekleştiği söylenebilir. (Her ne kadar, TİM verilerine göre bu ayın ilk 28 gününde ihracatta %17.5 oranında bir gerileme söz konusu ise de, bu sene bayram tatilinin Ağustos'a kayması nedeniyle tam bir kıyaslama yapmak zor.) Ancak sonuçta, bu senenin genelinde ihracattan büyümeye pozitif bir katkı beklemek oldukça zor gözüküyor. Merkez Bankası'nın bu sene çıktı açığının her çeyrekte bir önceki çeyreğe göre daha da artacağını öngörmüş olduğunu dikkate alırsak, tüm sene büyüme hızının ilk çeyrek büyüme hızı olan %3.2'nin de altına gerilemesinin olasılık dahilinde olduğu söylenebilir.
Peki bu şartlar altında Merkez Bankası'nın büyümeyi destekleyebilecek bir hareket alanı var mı? Her ne kadar, PPK Raporu'nda bir merkez bankası için oldukça kesin sayılabilecek ifadelerle önümüzdeki dönemde faiz koridorunun kademeli olarak daraltılabileceği ifade edilmiş ise de, böyle bir stratejinin iç talebi canlandırmada ne kadar etkili olabileceği tartışılabilir. Bilindiği gibi Merkez Bankası esasen gecelik fonlama faizlerini bugünlerde %6.5 seviyelerine kadar düşürmüş bulunuyor. Ancak, faiz koridorunun halen geniş bir aralık içerisinde bulunması nedeniyle bankalar kredi faizlerinde aynı ölçüde bir indirime gitmedi. (Geçen senenin 2. yarısından beri bankaların faiz marjları oldukça yüksek seyretmekte.) Faiz koridorunun üst taraftan daraltılması bankaların kredi faizlerinde bir miktar indirime gitmesine imkan sağlayacaktır.

Öte yandan, Merkez Bankası gelişmiş ülke merkez bankalarının ek parasal genişlemeye gitme olasılığının bulunduğunu ve söz konusu durumda kısa vadeli sermaye akımlarında yaşanabilecek ivmelenme, hızlı kredi genişlemesi ve yerli para üzerinde oluşabilecek değerlenme baskısının ekonomimizdeki "dengelenme süreci"ni tersine çevirebileceğini ifade etmekte. Böyle bir duruma karşı önlem olarak da, kısa vadeli faizleri düşük düzeylerde tutarken zorunlu karşılıklar aracılığı ile sıkılaştırmaya gidebileceğini ve TL zorunlu karşılıklar için döviz tutma imkânını daha yüksek katsayılarla uygulayabileceğini belirtmekte. Kısacası, MB önümüzdeki dönemde faizlerde bir miktar indirim sağlasa da para musluklarını açma niyetinde değil.

Şahsen, son 5 ayda da şahit olduğumuz gibi, önümüzdeki dönemde Türkiye'nin sermaye girişlerinde bir problem yaşama olasılığını son derece düşük görüyorum. Enflasyonun da sene sonuna kadar tedrici olarak gerileyeceği muhakkak. Bu şartlar altında ve de çıktı açığında bir artış beklenirken, MB'nın "dengelenme süreci" adı altında büyüme konusunda fazlasıyla ihtiyatlı davranıyor olması ise ilginç. Eğer "dengelenme süreci"nden kasıt enflasyonun hedefe yaklaştırılması ise, bugünkü çıktı açığı verileri dikkate alındığında parasal genişlemenin bir miktar artırılmasının bence bir sakıncası yok. Yok, "dengelenme süreci"nden kastedilen Türkiye'nin kronik cari açık probleminin bertaraf edilmesi ise, hepimiz biliyoruz ki, yapısal tedbirler uygulanmadığı sürece Türkiye'nin büyüme hızındaki bir artış cari açık problemini geri getirecektir. Yani bu anlamdaki bir dengelenme süreci geçici olmaya mahkumdur. Öte yandan, bugünkü gidişata göre %3'ün altında seyretmekte olan bir büyüme hızının da Türkiye ekonomisi (ve de siyaseti) açısından önemli riskler taşıdığı muhakkak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019