"Değerler sistemi" işimizin garantisidir

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

 

Enerji dönüşümleri, insanla-iş arasındaki ilişkileri değiştiriyor; yaşam biçimi, yaşam tarzı ve yaşam kalitesi algısını belirleyen "değerler sistemini" de değiştiriyor. Kullandığımız araç-gereçler, hayatı algılamamızı etkiliyor; değer, beklenti ve davranışlarımızı yönlendiriyor. Daha genel bir anlatımla, enerji dönüşümleri, üretimin iç örgütlenmesini, endüstri devlet ilişkilerini ve devletlerarası ilişkileri yeniden yapılandırıyor.

Küçük ya da büyük "iş yerlerini yöneten kadroların "enerjiye erişme koşullarını, enerji çeşitlenmesini, enerji tüketimini, verimlilikleri belirleyen teknolojik atılımları, enerji alanında orta ve uzun dönemde olası gelişmeleri bilmesi "etkin yönetişim" yapabilmelerinin gerek şartıdır.

Üretim sistemlerinin, insani değerleri nasıl değiştirdiğini, enerjinin bu değişimin itici gücü olduğunu Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinin 1471 sayısında New Scientist' den aktarılan yazıdan  öğrenebiliriz:    

•İnsanoğlunun toplumsal yaşamını köklü biçimde etkileyen temel eğilimlerden biri enerji tüketimindeki değişmelerdir. İnsanoğlu buzul çağından bu yana evriliyor: Lezzetli meyvelerin, ağız tadına uygun eti olan hayvanların yerlerini keşfederken meraklarını geliştiriyordu. Avcı-toplayıcı aşamada doğadan derlenen sınırlı organik enerjiyle yaşam sürdürülüyordu. Küçük gruplar halinde yaşayan insanlar arasında siyasi, ekonomik ve cinsiyet bakımından hiyerarşi yoktu.

•Buzulların erimesi, tohumun toprağa atılarak yerleşik düzene geçilmesi, avcı-toplayıcı aşamanın koşullarını köklü biçimde değiştirdi. Yerleşik düzen ve çiftçilik bir dizi olumsuzluğu da beraberinde getirdi: Beslenmede doğal çeşitlilikten, tekdüzeliğe kayış hızlandı; insanların sağlıkları bozuldu; ömürler kısaldı. Gelişmelerin olumlu yanı ise tüketilen enerji miktarı, avcı-toplayıcı aşamaya göre hızla arttı. Arkeolog İan Morris' in hesaplamalarına göre, MÖ 10.000 ile 4.000 yılları arasında, avcı-toplayıcı örgütlenme aşamasından, yerleşik toplum aşamasına geçiş sürecinde bir insanın günlük kalori ihtiyacı 500 kaloriden 10 bin kilokaloriye yükseldi.

Kişi başına tüketilen enerji

.MÖ 1'de dünyamızda 250 milyon köylü yaşıyordu; kişi başına günde 30 bin kalori tüketim düzeyine erişilmişti. Dönemin en büyük kenti Roma' da bir milyon insan toplanmıştı. Kentte yaşayan insanları beslemek için bütün Akdeniz Havzası'ndan yiyecek taşınıyordu. İhtiyaçlar hızlı bir iş bölümü oluşturdu. İş bölümüyle birlikte, düzenin sürdürülebilir olabilmesi için gelişmiş bir hiyerarşi düzeni gerekti. Hiyerarşi arttıkça ekonomik eşitsizlikler yaygınlaştı. Gini kat sayısı ile açıklamak gerekirse, avcı, toplayıcı toplumda gelir eşitliği 0.25 (0=Herkesin geliri eşit, 1= Bir kişi herkesin gelirine sahip),ortalama bir çiftçi toplumda 0.48 ve 18. yüzyıl Fransa' sında ise 0.59 idi.

•Su gücü, rüzgar gücü, hayvan gücü ve insanın gücünün oluşturduğu  "organik enerji" sınırları "fosil yataklara dayanan enerji" üretimiyle farklı boyutlara ulaştı. Sanayi Devrimi enerji tüketimini dramatik biçimde artırdı. MS 1700'lerde ortalama bir Kuzeybatı Avrupa insanı 32.000 kalori tüketiyordu. Aradan çok uzun zaman geçmeden 1900'lere gelindiğinde enerji kaynaklarına erişebilen insanların günlük tüketimi  3 katına yakın bir artışla 92.000 kaloriye yükseldi. Bugün ortalama bir Amerikalı günde 230.000 kalorilik enerji tüketiyor. Enerji tüketimindeki gelişmeleri,1800'lerde dünya nüfusunun 1 milyar iken, bugün 7 milyara ulaştığını da hesaplayarak düşünürsek, enerji konusunun hayatımızdaki yerini daha iyi kavrayabiliriz.

•New Scientist' in yazısında, hiyerarşik düzenin daha dikleşeceği beklenirken, tersi bir eğilime işaret ediliyor. Dünya nüfusunun yüzde 60’ı demokrasiyle yönetiliyor; toplumun değişik kesimleri üretilen maddi ve kültürel zenginlikten aldıkları paylarını artırıyor; eşitsizlikler giderek azalıyor.1970'lere gelindiğinde OECD ülkelerinde ortalama Gini katsayısı-vergiden sonra- 0.26 ile avcı-toplayıcı döneme yakın bir oran oluşuyor. Değişik kaynaklarda temel bir eğilim olarak 1800'lerden bu yana fosil-yakıt ekonomilerinin mal ve hizmete dönüşmesiyle üçüncü yükselişini yaşayan  "orta sınıfın yükselişi", 2010'lu yıllarda çiftçi toplumların ortalamasının altında bir Gini katsayısı gerçeği ile bizleri yüzleştiriyor.

ABD'de orta sınıf tehlikede mi?

• Harvard Business Review 'de  İkinci Makine Çağı kitabının yazarlarıyla yapılan söyleşide,1947 baz alındığında, işgücü veriminin yüzde 400'leri aştığı, kişi başına düşen gerçek GSMH'nın yüzde 350, özel sektör istihdamının yüzde 300, medyan hane  halkı gelirinin ise yüzde 200 arttığı ileri sürülüyor.1980'lerden sonra ABD'de medyan hane halkı gelirinin görece azalması halkın 1998'den daha az kazandığını gösteriyor. ABD'de hızlı, İsveç, Almanya ve Finlandiya gibi ülkelerde ise daha yavaş olsa da gelir adaletsizliği eğilimi gözleniyor. Medyan gelirinin yüzde 50'si dolaylarında kazanan 25-64 hana halkının yüzdesi, 1979 yılında yüzde 56,5 iken, 2012'de yüzde 45,1'e inmiş durumda. Bu eğilim ABD'de "kaybolan orta sınıftan” söz edilmesine yol açıyor.

New Scientist' deki yazıda, "İnsani değerler biyolojik olarak evrilmiş adaptasyonalardır. Ancak bu değerlerin yorumu kültürel olarak evrim geçirmiştir. Bu da bizi diğer hayvanlardan ayırıyor" deniyor.

Bu yazıda tanıklar göstererek anlatımı tercih ettiğimize göre, Fikirler Tarihi/Ateşten Freud'a kitapta  "değerlerin tersine çevrilmesine"  ilişkin bir saptamayı paylaşalım: Daha önce çalışma  "çirkin bir gereklilik" olarak görülürken, üretim sistemlerinin değişmesiyle birlikte "insanın kutsal görevi" algısına dönüşüyor. Yazar, değerlerin "tersine çevrilmesinin önemi çok büyüktür" diyor. Bu tersine çevrilme durumunda, öncelikle insan kendi kendini yaratır; nasıl davrandığını, tepki verdiğini ve düşündüğünü belirler. İkincisi insanın değerleri keşfedilen değil, yaratılan şeyler oldukları için bunların tanımlanması ve bir düzene sokulmasının yolu yoktur. Üçüncüsü ve rahatsız edici gerçeklik, farklı varlıklar, uluslar ya da bireylerin birbirine ters düşebileceğidir; bireyler için bile mutlak bir uyum garantisi yoktur. New Scientist'deki yazıda belirtildiği gibi, Aristottle köleliği kabul edilebilir olduğunu iddia ediyordu; çünkü çiftçilik yapan bir toplumda yaşıyordu. John Rowles, köleliğin büyük bir haksızlık olduğunu savunuyordu; çünkü o fosil-yakıt toplumunda yaşıyordu. Sanayi Devrimi'nin son 200 yılında dik bir hiyerarşinin kötü olduğunu savunmak yararlı bir stratejiydi; enerji kaynakları, erişebilirlik olanakları değişip, mal ve hizmet üretimi farklılaşınca, daha radikal eşitliği savunan insanlar ödüllendirilebilir. Belki de tam tersi daha dik bir hiyerarşiden yana olanlar toplumda karşılık bulabilir.
Değerlerde tarih gibi değişken bir olgudur. Bakış açımıza göre düşünce, beklenti ve davranışlarımıza yön veren değerler farklılaşır. Bu bize, değerlerimizi "mutlak doğru" gibi algılamanın kısıtlayıcı olabileceğini gösteriyor. Her şeyin çok hızlı değiştiği, değişme potansiyellerinin de daha arttığı günümüzde, "değerlerinin yanılmazlığını inanç haline getirmek" kendimiz için de neslimiz için de tehlikeli olabilir.

İnanç ve düşünce özgürlüğü

Üretim sistemleri değişiyor: Öncelikle, birbiriyle iletişim kuran makineler, koordinasyon ve kombinasyon bileşen ve bağlamlarını farklılaştırıyor. İkincisi, büyük verinin, artan bilginin içinde yarara dönüştüreceğimiz bilgiyi seçme, diğer bir anlatımla büyük veriyi ehlileştirme çok önemli bir yetenek haline geliyor. Üçüncüsü, bilgi üretim hızının ve akışkanlığının artması, evrenin hakikatinin kalan gerçeklikleri çok hızlı farklılaştırıyor; o nedenle sürekli kendine yatırım yapan insan kaynağına olan ihtiyaç artıyor. Dördüncüsü, üç boyutlu ve eklemeli üretimin, üretimin iç örgütlenmesini, bugünkü yapının çok ötesinde daha bireysel eksende geliştireceği gözleniyor. Akıllı ve bağlantılı ürünlerin yaşamın her alanına girmesi, mal ve hizmet üretimini yeniden tanımlamayı gerektiriyor.
Sistemlerin, onların bileşenleri olan sektörlerin, ekonominin en küçük teknik birimleri olan işyerlerinin bu denli hızlı geliştiği bir çağda, kalkınmanın iki temel bileşeninden biri olan "değerler sisteminin" değişmeyeceğini varsaymak, alışkanları tek doğruya indirgemek çok tehlikeli bir anlayışı ifade ediyor.

İnanç ve düşünce özgürlüğünün sınırlarını iyi çizer; düşünce özgürlüğünün kapsamını alabildiğine genişletir; ön hazırlıklı ve gündemli tartışmaları yoğunlaştırabilirsek, ortak aklımız, değerlerimizin kaynak kullanımının verimini artıran ve kısıtlayanlarını ayırmamıza yardımcı olur; gelişme ve ilerlemeden yana tavır koyabiliriz.
Kalkınma, değerler sistemi ve kaynaklar üzerine inşa edilen bir çabanın adıysa, değerlerimizi gözden geçirmenin tam zamanıdır.                                                                                                    

1 "İnsani Değerlerin Evrimi: Üretim sistemleri, insani değerleri değiştiriyor" Çev. Reyhan Oksay, New Scientist' den aktarma, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji,

2 EErik Brynjolfsson  ve Andrew McAfee, "Büyük Ayrışma/ Üretim artıyor fakat çalışanlar bu pastadan pay alamıyor" HBR/Türkiye, Haziran 2015

3 Peter Watson, Fikirler Tarihi/Ateşten Freud'a, Çev. Kemal Atakay, Nurettin Elhüseyni, Kaya Genç,Barış Pala, Bahar Tırnakçı, Yapı Kredi Yayınları, 2.bs, İstanhbul, Mart 2015,s.868 alışanlar bu pastadan pay alamıyor" HBR/Türkiye, Haziran 2015s.1471
 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar