"Betonizm" ve trafik zulmü
Eski bir hikaye
Klasik bir hikayedir. Eski zamanlarda Çin'de demiryolu yapılıyormuş. Bir yere gelmiş hat tıkanmış. Çünkü yolun geçeceği yerdeki toprakların sahibi köylü, yolun geçmesine izin vermiyormuş. Sonunda demiryollarından bir üst yetkili ikna için köylünün evine gitmiş. Verebilecekleri maksimum parayı teklif etmiş. Ama nafile, köylü kabul etmiyormuş. Yetkili sormuş köylüye: "Şu an buradan başkente kaç günde gidiyorsun?". Köylü "40 gün" demiş. Yetkili "Ama bu demiryolu yapılırsa başkente 1 günde gidebileceksin." Köylü "Tamam da geri kalan 39 gün ne yapacağım?" demiş.
Zamanın değeri
Yukarıdaki öykü, zamanın değeri kavramını çok güzel anlatır. Zamanın değeri ekonomide, örneğin, ulaşım ekonomisinde çok kullanılan bir kavramdır. Zamanın değeri, fırsat maliyetidir. Seyahat eden kişinin, yolda kaybettiği zamanı geri kazanmak için ödemeye hazır olduğu miktardır. Kişi, yolda geçen süre zarfında hizmet veya ürün üreterek para kazanabilir, ya da kendisine zevk verecek başka bir işi yapabilir. Kişi, yolda zaman kaybetmek yerine bu parayı vermeye hazırdır. İşte buna zamanın değeri denir
İstanbul'da trafik zulmü
İstanbul'da trafikte geçen zamanın maliyeti çekilmez olmaya başladı. Bir yerden bir yere gitmek saatler alıyor. İnsanlar işyerlerine gitmek ve gelmek için günde 3-4 saatlerini yolda geçiriyorlar. Yakında işyerleri yatılı olursa şaşmamak gerekir. İstanbul trafiğinde geçen zamanı, kişi başına zamanın fırsat maliyeti ile çarparsanız ortaya çok büyük bir rakam çıkar. Buna arabaların yakıt giderlerini, arabaların ve insanların yıpranma payını da koyarsanız trafik zulmünün korkunç mali portresini de bulabilirsiniz.
Betonistler
Dışarıdan gelen birisi büyük binalara baktığında İstanbul'u çağdaş bir şehir sanabilir. Ama trafiğinin içine girdiğinde burasının bir zulüm şehri olduğunu görür.
Trafik, doğal bir afet değildir. Ama bizde doğal bir felaket haline gelmiştir. Bu anlayışla trafiğin de bir afet haline gelmesi doğaldır. Neden mi? İstanbul'un taşı toprağı altın demişler ya; duyan geliyor, ışığı gören çıkıyor. Mevcut yollar yeterince genişletilmiyor. Her geçen gün yüzlerce yeni araba trafiğe giriyor.
Toplu taşımacılıkta çok geç kalmışız. Her taraftan mantar gibi çok katlı iş ve alışveriş merkezleri, evler yükseliyor.
Gözünü rant bürümüş "betonistler", hazır beton kamyonları ile sanki İstanbul'u işgale çıkmışlar. İstanbul'un hayat damarlarına beton enjekte ediyorlar. Acaba yeni ruhsatlar verilirken
bu yapılarda oturacakların trafiğe ekleyeceği yük düşünülüyor mu? Böyle bir hesap yapıldığından emin değilim. Sanırım betonistler, yetkililerin mantık ve estetik kanallarını da beton enjekte ederek tıkamış durumdalar.
Deprem meselesi
Güzelim İstanbul şehri ne hale geldi. Ancak cami silûeti bozulunca İstanbul'un silûetinin bozulduğu fark edildi. Yahya Kemal bugün yaşasaydı, "Sana bir tepeden baktım aziz İstanbul" yerine, "Sana bir tepeden baktım aziz İstanbul vah yazık, vah yazık" mı derdi acaba?
Acaba bozulan, sadece İstanbul'un silueti mi? İş sadece bir estetik meselesi mi? Hayır değil, hayati varlıklarımız da bozulmuş durumda. Çünkü betonistler, yeşil-obur. Her gördükleri
yeşil alanı yiyip, beton yığınına döndürüyorlar. Şehirde yaşayanların oturup soluklanacağı bir ağaç dibi, çocukların top koşturacağı bir ufak arsa kalmayacak yakında. İstanbul'da insanoğlunun yarattığı trafik felaketi yanında doğal bir afet, deprem de sürpriz olmayacaktır. Bilim adamları İstanbul depremi tahminleri yapıyorlar. Deprem anında yıkılacak
binalarda ölecekler bir yana, bu gidişle yaralıları hastaneye götürecek yolumuz ve sağlamların toplanabileceği boş alanımız olmayacak.
Son söz
Yollar, bir şehrin altyapısının en önemli bileşenidir. Yollar, bir şehrin hayat damarıdır. Altyapınızı geliştirmeden, trafiğe getireceği yükü hesaplamadan çevresine bu beton kaleleri yığarsanız, yaşamı tıkarsınız. Bu güzel şehirde yaşamayı zulüm haline getirirsiniz. "Betonizme hayır" demeli ve bu zulmü durdurmalıyız.