"Beklemek ve Ummak" üzerine...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Oğlak Yayınları arasından çıkan kitabım "Beklemek ve Ummak" üzerine Enver Ercan, Varlık Dergisi için benden bir söyleşi istedi; Nevzat Işıltan soruları yöneltti. Derginin Nisan sayısında yayınlanacak bu konuşma, yılların arkadaşı Nevzat'la yapılmasından mıdır nedir, Faruk Şüyün'ün "mahrem" dünyasını anlatan kimi cümlelerle bezeniverdi... Özellikle de bugünlerde ruhumun yanaştığı kıyıların ipuçlarını gördüm söyleşi kasetinin çözümünde... Kitabın tema'ları arasında olan 'mutluluk', 'ölüm', 'yalnızlık', 'paylaşmak' üzerine konuştuklarımızdan kısa bir bölümü buraya da almak istiyorum. Bakın neler söylemişim:

"İnsanları en çok mutlu edecek kişiler, en çok hayat birikimi olanlardır. Bu da aslında kitabın adı olarak düşündüğüm, ama sonra vazgeçtiğim 'Les Choses de la Vie' - kitabın içinde o yazı var - 'Hayatın Şeyleri' hatta biz bunu 'Hayat Kırıntıları' olarak da çevirebiliriz; hayat kırıntılarının toplanmasıyla oluşuyor bu birikim. Kırıntılar yavaş yavaş kavanozları, sepetleri doldurmaya başlıyor, damla damla büyük alanları doldurduğu zaman bu birikimlerinizi paylaşacağınız insanı bulmak için çaba sarfediyorsunuz.

Çünkü her şey Nevzat, sana sık sık bahsettiğim, duygularımı kaleme getirdiğim bir yazıda bu da vardı, her şey bir insan için, bir yerlerdeki bir insan için. Hep o insanı bulmaya çalışıyorsunuz. O insan olmasa, o insanın sizi okuduğunu ya da düşündüğünü bilmezseniz hiçbir şeyin anlamı yok!

Onu mutlu edebilmek içinse bu birikim gerekiyor. İnsan hiçbir şeyi kendisi için yapmıyor, mutlaka bilinçaltında o 'birisi' var. Onu mutlu edebilmek için yapıyorsunuz. Çünkü aşkın en güzel tanımlarından biri, insanın bütün yaşamı boyunca biriktirdiklerini bir başka birisine vermesidir.

O yüzden ben genç yaşlarda, çocuk yaşlarda âşık olunacağına inanmıyorum. Gerçek aşkların çok daha birikimli olunan daha ilerki yaşlarda yaşanabileceğini düşünüyorum. İşte bu içe doğru sızmanın biriktirdiği kırıntılar, yaşanmışlık kırıntıları sonuçta büyük bir duygu evrenine yol açıyor. Fakat sonuçta bu duygu evrenini ileteceğiniz, paylaşacağınız insanı bulamadığınız zamansa mutlak yalnızlığa doğru çekiliyorsunuz.

Ve sonuçta bu, o kadar tehlikeli bir şey ki bir karadeliğe dönüşüyor ve sizi emiyor. Ben, artık o karadelik dönemini yaşıyorum. Yani ben yavaş yavaş o karadeliğin içersine girip gittikçe daha fazla yalnızlaşıyorum. Eskiden ki kitap o dönemin eseridir, yalnızlığa direniyordum, artık yalnızlığa direnmiyorum tamamen kara deliğe yenilmiş ve mahkûm olmuş durumdayım, sonsuz bir şekilde mutlak yalnızlığa doğru ve mutlak ölüme doğru gidiyorum...

(...)

Bir film seyrettikten sonra eğer bu filmi paylaşacağınız birisi yoksa, bir seyahate çıktıktan sonra o seyahat izlenimlerinizi anlatacağınız biri bulunmuyorsa, eğer güzel bir düşünce yakaladığınızda bunu tartışabileceğiniz insan yoksa.. bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz, sonuçta ortaya 'bunları yapmanın ne anlamı olduğu' sorusu geliyor. Bir tek sığınak buluyor, birazcık olsun yazmaya çalışıyorsunuz. Ama sonuçta yazılarınızı paylaşan insanların sayısı ne kadar sorusu ortaya çıkıyor bu kez.

Peki, kitaba dönüştürüyorsunuz, kitabı alanların sayısı ne kadar? Bir ülkede bir şiir kitabı, çok usta, çok iyi bir şairin şiir kitabı bir yıl içinde bin adet bile satmıyorsa, o şair yılların birikimini, yılların duygularını, içindeki heyecanları, acıları uzun uğraşlardan sonra kâğıda döktükten,  kitaplaştırdıktan sonra bir yılda ancak bin rakamına ulaşıyorsa o zaman 'ne anlamı var' sorusu biraz daha güçleniyor.

Bir yandan da tabii her şeyi kendimiz için yapıyoruz. Hâlâ bir başkası umudu var. Olmalı, ama ben, işte o umudumu kaybettim. Artık bundan sonra yapacağım her şey o umutsuzluk üzerine kurulu."

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar