"Aşk emek gerektirir", bu sevmeyi hiç beceremeyenlerin ilk söz

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

 

(Darbe, siyaset ve Silivri günlerinde aşk!)

Yıllardır gündemimizde olan Balyoz davası geçtiğimiz cuma günü bir kararla tamamlandı. Madem öyle ya da böyle bir karara varıldı, artık kendi bildiklerimi yazabilirim. İrticai faaliyetlere karşı endişe Cumhuriyet'in kuruluşundan beri vardır. Lakin bu endişe, koalisyon hükümetleri olduğu sürece dengede durdu, ara sıra verilen muhtıralarla savuşturuldu. Oysa YÖK'ün kuruluşundan tutun, türban çekişmesinin de her aşaması aynı endişe üzerine kuruludur. Çünkü irtica endişesi taşıyan partiler halkı ikna etmek yerine orduyu bir güvence olarak görmek alışkanlıklarını sürdürdüler. Bu partililerin çoğu iyi eğitimli ve varlıklı olmalarına karşılık, diğerlerini sürü gibi görmekten geri durmamıştır. Benim gördüğüm, darbeyi bunlar ordudan "talep ettiler". Lakin biraz saftırlar, katılmalarına izin verilen savaş oyunlarını da gerçek zannettiler. Darbeyi bir şekilde başlatabileceklerini bile hayal ettiler, "iteklediler". Nasıl olsa bir şekilde kurulacak hükümette onlar yer alacaklardı, akıllarınca memleketi kurtaracaklardı. Lakin adı üstünde, bir oyundu, ordu yerinde durdu. Ama gün olup devran dönünce Pandora'nın kutusu açıldı. Bugün bu darbe davetçileri zaten ortada yoklar, kimi hala milletvekili, çoğu emekli ya da yazlıktalar. Hani hayatında hiç sevmeyi becerememiş tipler vardır ya, ama muhabbet aşktan açılınca dudaklarından ilk dökülen "aşk emek gerektirir" lafı olur; kendilerini demokrasi kalesi sananlar en çok darbeyle yatan kalkarlar. Velhasıl ordunun niyeti zaten darbe değildi. Çünkü darbe 180 kişiyle planlanmaz, lakin kusura bakmasınlar, sivillerle savaş oyunu da hazırlanmaz.

Bilmem Anayasa Mahkemesi Venedik Taciri'ni izlemiş midir?

Batı ülkelerinde farklıdır, ama bizdeki ordu gaza zemininde kurulur (1). Bu şu anlama gelir, ordu hareket emrini Allah rızasıyla alır, Osmanlı'da da böyledir, sonrasında da değişmemiştir. Batı ülkeleri silahlı kuvvetlerine Savunma Bakanlığı'na bağlı operasyonel bir birim olarak bakarlar, ancak bizim coğrafyada millet orduyu ayrı bir erk olarak algılar. Bunu ne yaparsanız yapın, istediğiniz nutku atın, masanın başına geçin ya da bardakları kaldırın, değiştiremezsiniz. Daha önce de yazmıştım, "bayrak sancağı selamlar, ancak savaşa gidiliyorsa, sancak askere eğilir". Çünkü askerlik bir meslek değil, yaşam biçimidir, mesleklerin aksine ölmeyi de gerektirebilir ("Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" sözünü başka türlü söyleyemezsiniz). Oysa demokrasinin gereğini hiç bilmemiş, münevver ama ihanet halindeki siviller (babam çok haklıymış), golfa merak sarabilmiş generallerle karşılık bulursa, yürüdüğü yoldan emin ve iyi çalışan bir kesim karşılarına çıktığında varacakları yer ister istemez budur.
Mevkilerinin kudretiyle akılları karışmış ve yumuşak koltuklarındaki rahatlarına alışmış bu darbe davetçileri, hülyaları gerçekleşmeyince, yine yerlerinden kalkma zahmetini göstermediler. Geldiğini zannettikleri irtica karşısındaki kozları bu kez de yargı oldu. Nitekim AK Parti'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne talepte bulunuldu, hayatımın en kabus günlerindendir. Çünkü yürüdüğü yoldan emin bir siyasi düşünce, parti kapatılarak kontrole alınamaz. Anayasa Mahkemesi üyelerinin hepsine teker teker mektup yazdım, onlara birlikte izlemeleri dileğiyle, Venedik Taciri'nin (Shakespare) filmini yolladım. Çünkü demokrasi var diye kabul ediyorsanız, işinize gelmeyen partileri kapatarak engelleyemezsiniz; "bir pound etin ölçüsü yoktur", daha geçerli olduğuna inandığınız bir seçenekle dizginleyebilirsiniz. Ordudan medet umup beklediklerini bulamayanlar, "kağıttan kaplan" lafını edeceklerine, sabah on birde kalkıp, hafta sonu Paris'e gideceklerine, Tahtakale'yi, Mardin'i Silopi'yi görmeyi de becerebilmeliydiler. Sahi, bu demokrasi tutkunları kapatma davası açıldığında neredeydiler?

"4 x 4" aydın tembelliği ve cehalet, birlikte bir esaret süngüsüdür

AK Parti muhafazakar mıdır, benim muhafazakarlık kavramıma göre değildir. Ben Haydarpaşa'nın gar olarak kalmasına, Emek Sineması'nın olduğu gibi korunmasına, kedilerin ve köpeklerin etrafımda dolaşmasına, sütün aşırı işlemden geçirilmemesine ve köylünün ekip biçip toprağıyla yaşamını sürdürebilmesine inananlardanım. AVM'lerin ışıklı mekanlarını da severim, ama her yerin AVM olmasının bir şey katmayacağını bilirim. İrtica geliyor diye hala endişe edenler varsa, onlar da müsterih olsunlar. Yaşam düsturunun "4 x 4" haline geldiği bir ülkede, eğitimi 4 + 4 + 4 yerine (2 + 2) x 3 de yapsanız, Kuran-ı Kerim'i ve Hazreti Muhammed'in hayatını da anlatsanız bir şey değişmez. "Bilenle bilmeyenin bir olmadığını" kavramadığınız sürece, diplomalar CV döküntüsü, Kitap'lar duvar süsü, biyografi savaşlar öyküsüdür. Zaten sorun da budur, irtica meselenin örtüsüdür; ama birleştiğinde 4 x 4 aydın tembelliği ve cehalet, bir de bulabiliyorsa "başkalarından" cesaret, işte bu bir esaret süngüsüdür; asla öldürmez, sadece hükmeder.

"Ordumuza ve generallerimize bu nasıl yapılır" diyerek sokağa dökülenler, yukarıda anlattıklarımı iyi okumalılar. Ellerinde bayrak ya da Atatürk posteri yürüyenler, hele hele oraya buraya astıkları pankartlarıyla "Cumhuriyet'in çınarından" medet umuyorlarsa daha çok yürüyecekler. Üstelik onlar Mustafa Kemal'in askerleri falan da değiller, "yollar yürümekle aşınmaz" şiarının temsilcileri, e-posta gruplarının "forward tipi entel" zihniyetindeler (e-posta tipi vatan savunması). Pek çok yerde beslenme konuşması yaptım, neyin yenip neyin yenemeyeceğini halka anlattım. Sözlerimi en az ciddiye alan güruh Cumhuriyet'in varlıklı ve iyi eğitimli üçüncü kuşak entelleri ve en kinayeli yaklaşan da süslü dantelleri oldu; "ama ne yapabiliriz ki, bize yakın markette bu dedikleriniz yok, inek mi besleyelim" dediler. Ne yapalım, desinler, onlar böyle düşündükleri sürece zaten halk değiller, İstanbul işgal altındayken de zaten daha fazlası olmamıştı. Velhasıl olaylar farklı görünseler de bir bütündür, bütün bunları anlatmam soyadı bağımdan gelen asker dürtümdür. Bir de çocukluğum, çünkü benim de Silivri'deydi ilk tutukluluğum. Ne Üsküdar'a giderken oldu, ne de Kolera Mahallesi'nde gördüm böyle bir telaş; darbe, siyaset ve Silivri günlerinde bambaşkadır aşk.


Kaynak: İnalcık H. Devlet-i 'Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar - 1. İş Bankası Yayınları
Önemli notlar: 1. GDO yenerek kanser olunabileceğine dair bir araştırma yayınlandı, bu çalışmanın anlattıklarını ayrıca inceleyeceğiz. 2. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu'ndan FoodDrinkEuropa'nın "Feding The Recovery" adlı toplantısı için davet aldım, sizin adınıza izleyeceğim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar