"Asıl sorun demokratik kurumların zayıflığı"
"İnsanların eğitim, sağlık ve ifade özgürlüğü alanlarındaki ihtiyaçlarına cevap verebilecek etkin, kalıcı kurumların kurulmasına ihtiyaç var. Biz, tüm ülkeler Danimarka olsun istiyoruz, ama öncelikle modern demokrasiye giden yolda neler yaşandığını anlamak gerekli" diyen Fukuyama, 12 Nisan'da ABD'de yayımlanacak olan "Siyasi Düzenin Temelleri" isimli yeni kitabında "Danimarka, nasıl Danimarka oldu?" sorusundan yola çıkarak, modern demokrasiye giden yolda yaşananları sorguluyor.
1980'li yılların sonunda Sovyetler Birliği'nin dağılması ve iki kutuplu dünyanın sona ermesiyle yeni bir dönem başladı. "Yeni Dünya Düzeni" adı verilen bu dönemde savunulan düşünce, insanların ulaşabilecekleri en son değere ulaştıkları ve liberalizmin totaliter sistemler karşısında galip geldiği yönündeydi. Rand Corporation araştırmacılarından Francis Fukuyama 1989 yılında "National Interest" dergisinde "Tarihin Sonu mu?" başlıklı bir makale yayımladı. Bu makale sayesinde rekor bir süre içinde tüm dünyanın tanıdığı bir isim olan Fukuyama, bu makalede savunduğu temel düşünceyi, kısa bir süre sonra "Tarihin Sonu ve Son İnsan" ismini verdiği kitapta geliştirdi.
Dünya tarihinin rastlantılar değil, fakat akılcı bir gelişim gösterdiği düşüncesini öne süre "Tarihin Sonu", gazetelerin bir gün ortadan kalkacağını savunmuyordu; fakat demokrasinin ve hukuk devletinin üstünde bir siyaset biçimi olmayacağından emindi. Fukuyama'ya göre, liberal kapitalist değerler insanlığın ulaşabildiği en yüksek değerlerdi; ideolojiler belirleyiciliklerini kaybetmişlerdi ve dünya tamamen ekonomi temelli bir rekabetin içine girmişti. Fukuyama'nın kitabının yayımlanmasından bugüne dek dünyada çok şey değişti. Fukuyama da bu değişime ayak uydurdu aslında. "Medeniyetler Çatışması" tezinin sahibi Samuel Huntington'un öğrencisi olan Fukuyama, neo-konservatifleri desteklemekten vazgeçip, Obama'nın saflarına geçti.
"The Origins of Political Order" (Siyasi Düzenin Temelleri) isimli yeni kitabını 12 Nisan'da ABD'de yayımlamaya hazırlanan Fukuyama, öncesinde Fransız Les Echos gazetesine değişen görüşlerini, gerçekleşmeyen öngörülerini ve bundan sonrasına yönelik beklentilerini anlattı.
İşte Fukuyama'nın "Tarihin Sonu"ndan yirmi yıl sonra düşündükleri:
. Kimse, mecbur olmadıkça, Putin otoritesi altında yaşamak istemez
"Demokrasi konusunda görüşlerim değişmedi, fakat bazı farklılıklar oluştu. Tarih hala demokrasiye doğru ilerlemeye devam ediyor ve hiç bir siyasi model demokrasi ile rekabet edemez. Kimse, mecbur olmadıkça, Vladimir Putin gibi bir otokratın otoritesi altında yaşamak istemez. Kimse Çin modelini örnek almak ve insan haklarının sınırlandırılmasını istemez. Demokratik gelişmede 'üçüncü dalga'ya girdik: 1970'li yılların başında dünya ülkeleri arasında en fazla 50 ülkenin temel demokratik haklara saygı gösterdiği tahmin ediliyordu. Bugün en azından 150 devlet tamamen demokratik anayasaya sahip."
. Çin'deki gelişmeleri öngöremedim
"Çin'deki otoriter rejime rağmen, kapitalist ekonominin sürdürülebilir olacağını öngöremedim. Öngöremediğim bir diğer konu da 11 Eylül sonrasında, din unsurunun yeniden gündeme gelmesi ve İslamizm'in yükselmesi oldu. Öte yandan yeni demokrasilerin yaşayacakları zorlukları da yeterince önemsememiş olduğumu görüyorum. Ukrayna'da büyük umutlar yaratan 'Turuncu Devrim' iç bölünmeler ve yolsuzluk olayları içinde etkisiz oldu. Demokrasi yolculuğunda tahmin ettiğimden çok daha fazla engel var."
. İki İslam modeli var: İran ve Türkiye
"Bugün kimse molla veya Taliban rejiminde; ne de Kuzey Kore'de yaşamak istemez. İran'da halk, özgür bir seçim yapabilseydi, demokrasiyi seçerdi. Arap ülkelerde yaşanan ayaklanmalar da bunu ispat ediyor aslında. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen, üçüncü demokrasi dalgasına girmek üzereler. Arap ülkeleri bugüne kadar bu dalganın dışında kalmışlardı. Bu bakış açısından yaklaşıldığında, İslam'ın yaşanan süreçle uyumsuz olduğunu düşünmüyorum. Bugün iki İslam modeli var: İran ve Türkiye modeli. Türkiye modeli daha çekici, çünkü bir yandan ekonomik kalkınma ile uyumlu, diğer yandan dünyanın geri kalanına kolaylıkla uyum sağlıyor. Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in Türkiye modelini seçmeleri kendi çıkarlarına olacaktır. Bence asıl sorun demokratik kurumların zayıflığı. Yaşanan tüm bu ayaklanmalar, iç savaşlar sonrasında, asıl mesele, insanların eğitim, sağlık ve ifade özgürlüğü alanlarındaki ihtiyaçlarına cevap verebilecek etkin, kalıcı kurumların kurulması."
. Herkes Danimarka olmak istiyor, ama...
"Somali, Afganistan, Irak gibi birçok ülkenin hukuk devleti olmasını, vatandaşlarına temel haklarını garanti etmesini, şeffaf hükümetlere sahip olmasını istiyoruz. Bir başka deyişle, her birinin Danimarka olmasını istiyoruz. Fakat bu siyasi durumun doğal olmadığını unutuyoruz. Tam tersine, bu durum, sorgulamadığımız uzun bir tarihin sonucu. Yeni kitabımda şu soruyu soruyorum aslında; Danimarka nasıl Danimarka oldu? Viking'lerden devlet yapısına nasıl geçti? Aslında bu, bir ülkeye yönelik, ya da batıya yönelik bir anket değil. Siyasi kurumların nasıl oluştuğunu, yasal düzenin nasıl şekillendiğini ve yüzyıllar içinde modern demokrasiye nasıl ulaşıldığını anlamaya çalışmak istedim."
. Japonya'nın asıl gücü para değil, organize bir toplum olmak
Japonya'da yaşanan deprem ve nükleer kriz, zengin teknoloji toplumlarının hala ne derece kırılgan olduklarını ortaya koydu. Aslında teknoloji bizi daha kırılgan kılıyor. Nükleer güç, bir felaket filminde olduğu gibi bizi tehdit ediyor, fakat bu tamamen insan tarafından yaratılan bir tehlike. Sosyal ağlar ve telekomünikasyonda yaşanan gelişmeler ise, elektrik olmadığında hiçbir anlam taşımıyor. Fakat her şeye rağmen modern toplumlarda yaşamanın sağladığı avantajlar da yok değil. Bu sadece enerji kaynakları ve teknolojiye ulaşmak anlamına gelmiyor, aynı zamanda etkin hükümet ve siyasi kurumlara da sahip olmak anlamını taşıyor. Ocak 2010'da Haiti'de 300 bin kişinin hayatını kaybettiği bir deprem yaşandı ve yıkıntıların çok büyük bir bölümü bugün hala kaldırılabilmiş değil. Bunun nedeni para değil; asıl neden Haiti'de en sıradan kamu görevlerini bile yerine getirebilecek bir hükümetin olmaması. Japonya ise sadece daha zengin bir ülke değil, bunun yanı sıra, çok uzun bir süredir son derece iyi organize edilen bir toplum. Gerçek gücü de bundan kaynaklanıyor."