"Amerikan tribünlerinde neden fanatizm yok?"

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

"ABD'de kültür şokunu yaşadığımı rahatlıkla söyleyebileceğim ilk deneyim bir stadyumda olmuştu. İnönü Stadyumu'na duyduğum hasretle kendimi New York Mets beyzbol takımının maçlarını oynadığı Shea Stadyumu'na attığımda kendimi bir maçtan çok bir partide bulmuştum."

Cemal Tunçdemir böyle başlıyor, "Amerikan tribünlerinde neden fanatizm yok" başlıklı yazısına. Tunçdemir'in bu yazısı, ABD'deki Türklerin internet ortamında yayımladıkları Amerika Bülteni'nde yer almış. Yazıdan beni haberdar eden ve benimle paylaşan sevgili dostum, meslektaşım Maruf Buzcugil oldu. 

Yazı, özünde ABD ile Avrupa'nın spora bakışını, bir anlamda tribün adabını ve alışkanlıklarını karşılaştıran bir yazı. Ama derinlemesine düşündükçe, çok daha farklı anlamlar bulmak da mümkündü bu yazıda, bu kıyaslamada. Bakın neler anlatılıyor yazının devamında:

"Rahat koltuklar, maç içinde ayağa kalkıp sağa sola gitmeyi son derece kolaylaştıran konforlu tribün düzeni, maç boyunca atıştırıp biralarını içen sohbet eden insanlar… Sahada bir hareket olduğunda stada bir uğultu ve heyecan dalgası yayılıyor, sayı alınmasında bir alkış bağırış kopuyor, sonra yeniden pikniğe dönüyordu atmosfer.

Ev sahibi Mets, Pittsburgh Pirates’a 5-3 kaybettiği maçı, baştan sona yenik götürmesine rağmen tribünlerde kızgınlıktan eser yoktu. Maçtan sonra üzüldüğünü yüzünden okuyabileceğiniz az sayıdaki insandan biri de, Mets taraftarlığının ilk günlerini yaşayan bendim. Elbette bu manzarayı genelleştiremeyiz, çok daha renkli taraftar coşkusuna sahip olan maçlar da var. Ama en ateşli tribünlere sahip olan buz hokeyi ve Amerikan futbolu ligi maçlarında bile Avrupa veya Türkiye’deki düzeyde bir tribün tansiyonu yok. Varsa bile çok nadir.

Oysa eski dünyada taraftarlık müthiş ciddiye alınan bir iş. Hatta bu kültürde fanatiklik bile yetmedi ve İtalya’da 1950’li yıllarda doğan ve hızla dünyaya yayılan kültürle fanatiğin de fanatiği tribünler oluştu. Bu tribünler için taraftarlıklarının sporu çok aşan bir anlamı var. Onlar için taraftarlık, hayatın kendisi, varoluşlarının anlamı. Stadyum bir eğlence yeri değil adeta bir mabet. Takımın kaybetmesi, bazılarında bir yakınını kaybetmiş kadar yıkıcı etki yapabiliyor.

Eski dünya ile yeni dünya arasındaki bu taraftar psikolojisi farklılığının nedeni ne? Neden, ABD tribünlerinde Avrupa’daki ve bizdeki ölçüde bir fanatizm oluşmadı? Bunun elbette farklı açılardan açıklamaları vardır ama en önemli nedenlerinden biri de iki dünya arasındaki spor kültürü farkıdır. Peki iki dünyanın spor kültürü arasında nasıl farklılıklar var?"

"Amerika'da spor demokrasisi var"

Cemal Tunçdemir yazısında, Amerika'nın, spor denilince doğrudan futbolun akla geldiği bir ülke olmadığına dikkat çekiyor ve "Amerika'da spor kültüründe futbol diktatörlüğü yok, bir tür spor demokrasisi yaşanıyor. Amerikan futbolu, beyzbol, basketbol, buz hokeyi, futbol gibi birden çok sporun birbirine yakın ölçüde popüler ligi var. Hemen her sporsever, farklı liglerde birden fazla takımın taraftarıdır" diye devam ediyor.

Tunçdemir, uzun uzun liglerin hangi aşamalar geçilerek oynandığını anlatıyor. Amerikan liglerinin, bir veya iki büyük takının sezon boyunca ligdeki bütün takımları sırayla yendiği bir yapısı olmadığına dikkat çeken Tunçdemir, liglerin normal sezon ve play-off sezonu şeklinde iki bölümde oynanmasının ve play-off'a katılmada puan değil galibiyet sayısının önemli olmasının heyecanı artıran faktörlerden olduğuna işaret ediyor. 

"Amerikan tribünlerinde neden fanatizm yok" başlıklı yazıyı okumaya devam edelim:

Futbolun egemenliğindeki Avrupa’da ve bizde ise sadece normal sezon vardır ve bu sezon sonunda en fazla puanı toplayan şampiyon olur. Bu sistem büyük takımların işine gelir ve ligleri 3- 5 büyük takımın egemenliğine hapseder. Futbolcuların ve takımların yüzde 90’ına yakını bu şovda bir tür figüran konumundadır. Bu da lig yönetimlerini, spor endüstrisini, bu birkaç büyük takımın çıkarlarını koruyan kollayan yapılara dönüştürüyor. Her sezonda birkaç ezeli rakibin şampiyonluk mücadelesine hapsolmuş bir lig ise zaman içinde ülke genelinde keskin taraftarlığı besleyen bir kutuplaşmaya yol açar. Amerikan lig yapılarındaki sistem, başarı olasılığını dengeli şekilde ülke geneline dağıtıyor ve taraftarların tatmin düzeyini artırıyor. Bu da elbette ki daha pozitif bir atmosfer yaratıyor."

Avrupa liglerini kapitalist, Amerika liglerini ise sosyalist olarak tanımlayan Tunçdemir, bu görüşünü transferde kalıcı rekabeti korumaya dönük uygulamalara dayandırıyor.

Stadyumlardaki taraftar sayısında kadın-erkek oranının yüzde 60'a 40 olması da bizim için çok şaşırtıcı değil mi... Hele hele birçok stadyumda taraftar tribünü diye bir uygulamanın olmaması, daha da ötesi rakip taraftarların karışık oturabilmesi... Tam da Türkiye'yi akla getiriyor, hani insanın "Tıpkı biz" diyesi geliyor...

Bir yanlış anlamaya fırsat vermeyelim, bunları yazıyoruz diye, bu satırların yazarının futboldan uzak, futbolu küçümseyen bir yapıda olduğu düşünülmesin. 

Spor öyle de siyaset farklı mı?

Amerika'daki spor anlayışı, spora bakış, demokrasinin bir yansıması kuşkusuz. Amerika bu açıdan Avrupa'dan da çok çok ilerde. Ama ABD ve Avrupa, siyasetteki duruşlarıyla, siyasetteki eşitlikçi tutumlarıyla, basınla olan ilişkileriyle birbirlerine çok yakınlar. Ayrışan, biziz. 

Aslında biz kendimizle de, geçmişimizle de ayrıştık ya. Yıllar önce, seçime gidilirken tüm liderleri bir masa etrafında televizyonlarda tartışırken görebilirdik. Aynı sorulara nasıl yanıt verebildiklerini izlerdik. Şimdi birileri bundan nasıl kaçacaklarının arayışında, unuttuk zaten o tür tartışma programlarını. 

ABD'de spor karşılaşmalarının en azından bir kısmında taraftarlar birlikte oturabiliyor, bizde liderler televizyon yayınında bile bir araya gelemiyor. Kendine güvenen için propaganda anlamında rakibini en iyi alt etme, seçmeni en iyi etkileme platformu televizyon ekranı değil mi... Kaçanların korktuğu bir şeyler var demek ki... 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar