QE2 ve gelişen piyasalara etkisi
Geçtiğimiz hafta Bernanke'nin 27 Ağustos'taki Jackson Hole toplantısında ipuçlarını vermiş olduğu yeni Miktarsal Gevşeme (QE) programı resmen açıklandı. Bilindiği gibi ilk QE programında FED 2009 yılı boyunca yaklaşık $ 1.75 trilyon düzeyinde Amerikan devlet tahvili ile birlikte bankaların tabiri caizse elinde patlamış olan bir kısım toksik varlığa dayalı menkul değer satın almıştı. Yeni programa göre FED Haziran ayına kadar toplamda $ 600 milyarlık (ayda yaklaşık $ 75 milyar civarında) Amerikan devlet tahvili satın alacak. Genel kanaat birinci parasal gevşeme programının kısmen başarılı olduğu şeklindeydi. Ancak bu seferki genişleme programının başarısı konusunda çok da net bir uzlaşma yok açıkçası.
Yeni miktarsal gevşemenin başlıca 3 farklı kanaldan etki yapması bekleniyor. Birinci kanal ABD'de kredi piyasasının, özellikle de konut kredisi piyasasının canlanması. Ancak, bu konuda çok daha büyük bir meblağın söz konusu olduğu QE1'den bile pek başarı elde edilememişti. Amerikan bankaları halihazırda $ 1.1 trilyon civarında bir paranın üzerinde oturmaktalar. Halen çok yüksek miktarda atıl konut bulunması ve konut fiyatlarının hala kullanılan kredileri karşılayamayacak kadar düşük düzeylerde bulunması nedeniyle bu piyasanın canlanma ihtimali düşük. Keza ticari kredilerin de bankaların atıl paralarına ve sıfır düzeyindeki faizlere rağmen bugüne kadar artmamış olması bu kanalın çalışması konusunda ciddi soru işaretleri oluşturmakta.
QE2'nin 2. etki kanalı "orta vadeli ABD tahvillerinin faizlerinin iyice düşmesi sonucunda yatırımcıların pozitif getiri sağlayabilmek için Amerikan hisse senetleri ve özel sektör tahvilleri gibi daha riskli varlık sınıflarına yatırım yapması" şeklinde özetlenebilir. Ancak bu mekanizmanın çalışması ile ilgili bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiren problem şu ki yatırımcılar Amerikan tahvil getirilerinin düşmesiyle belki de diğer Amerikan varlıklarından daha fazla, özellikle mali durumu daha sağlam gözüken gelişmekte olan ülkelerin daha yüksek getirili varlıklarına yatırım yapmayı tercih ediyorlar. QE1'de bunu net bir şekilde gördük. QE2'de de aynı durumun oluşmaması için bir sebep yok.
Beklenen üçüncü etki ise doların değerinin daha da düşmesi sonucunda ABD'nin ihracatını artırarak ekonomisinin toparlanmasını sağlaması. Ancak, dolar değer yitirmeye devam etse bile ABD'nin ihracat pazarlarında ne kadar etkin olabileceği ciddi bir soru işareti. ABD fazla açık bir ekonomi değil. İhracatı milli hasılasının sadece %7'sini oluşturmakta. Ayrıca son yıllarda ihraç ürünlerinde ciddi bir rekabet kaybı yaşadı.
Son bir senede Türkiye ile birlikte pek çok gelişmekte olan ülkede görülen yüksek miktardaki döviz girişinin birinci miktarsal genişleme programından kaynaklandığı hemen herkesin hemfikir olduğu bir nokta. Yeni programın da bu piyasalarda şimdiden oluşan baloncukları tehlikeli balonlar haline getirilmesinden korkuluyor. Dün ise Dünya Bankası Başkanı Zoellick'in "QE2'nin gelişmekte olan ülkelere olan para akımını patlatacağı şeklindeki görüşlerin abartılı olduğu" şeklinde bir demeci söz konusuydu. (Ancak Zoellick özellikle "yeni altın standartı" konusundaki "garip" açıklamaları nedeniyle pek de kaale alınacak bir otorite değil doğrusu.)
Brezilya'nın sabit getirili enstrumanlara yapılan yatırımları vergilendirmesinden (ve bunu kademeli olarak artırmasından) sonra geçtiğimiz günlerde Tayvan'ın yabancıların devlet tahvili alımlarını ve para piyasasına yatırımlarını kısıtlayacağını ve Çin'in de bankaların döviz zorunlu karşılıklarını artıracağını açıklaması gelişmekte olan ülkelerin para akımlarına karşı somut önlemler almaya başladığını gösteriyor. Açıkçası G20'den kur ve para akımlarının yönetimi konusunda ortak bir karar çıkmaz ise (ki böyle bir kararın çıkması hemen hemen imkansız) piyasalarında kaçınılmaz şekilde balonlar oluşmaya başlayan gelişmekte olan ülkelerin daha da artan bir oranda müdahelelerde bulunacağını göreceğiz. Böyle bir ortamda oluk oluk gelen sıcak paranın sarhoşluğu (sadece alkolden sarhoş olunmuyor!) içinde olan bizim hükümetin de bir an önce uyanıp gelen paraya karşı kendi önlemlerini açıklaması gerekiyor. Yoksa, tam da "biz risk priminde İtalya'yı bile geçtik" havaları atarken artan enflasyon ve cari açık nedeniyle sarhoşluktan soğuk bir duş ile ayılmak zorunda kalabiliriz.