QE programları krizden çıkış mı, yoksa...

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Geçen haftaki yazımda krizden gereken derslerin çıkarılıp çıkarılmadığını sorgulamış ve adil bir gelirler politikası, borç (ifl as) çözüm politikası ve finansal balonların önüne geçmenin gerek krizleri önlemek, gerekse de oluşan krizleri en düşük maliyetle atlatabilmek için gerekli olduğu kanaatine varmıştım. Peki, acaba ABD ve AB’de bu konularda krizden beri herhangi bir gelişim sağlanabildi mi? 
Adil bir gelirler politikası her şeyden önce yüksek oranlardan başlayan gelir (ve hatta “servet”) üzerinden kademeli bir vergilendirmeyi, asgari ücretlerde artışı, çalışan haklarının geliştirilmesini vs. gerektirir. Gelir dağılımının ciddi bir şekilde bozulmakta olduğuna dair belki onlarca çalışma üretilmiş olmasına rağmen, Obamacare olarak adlandırılan ve ABD’nin diğer gelişmiş ülkelere göre zaten çok geri kalmış sosyal güvenlik sistemini daha kapsamlı hale getiren program dışında bu konularla ilgili hiçbir ilerleme sağlanabilmiş değil. Aksine, “arz tarafı” reformları adı altında özellikle Güney Avrupa ülkelerindeki sosyal programların ve çalışan haklarının zayıfl atılması gündemde. 

Gelelim borç çözüm politikalarına. ABD’de konut ve tüketici kredileri, bunlara son dönemde eklenen öğrenci kredileri tamamen buzdolabına kaldırılmış vaziyette. Borçların silinmesi, yeniden yapılandırılması ve bu süreçte bazı finans kurumlarının ifl ası-devletleştirilmesi gibi konular ise hiç bir zaman gündemde olmadı. “Batmak için fazla büyük” gerçeğinden kaynaklanan bankacılıkta “ahlaki tehlike” riski ise aynen devam etmekte. Euro bölgesinde ise bankaların sermayelendirilmesi miktar olarak mümkün olduğunca düşük tutulmaya çalışılırken, takvimi de belirsiz. 

Finansal piyasalarda oluşması muhtemel balonları ve riskli durumları önlemeye yönelik tedbirler konusunda ise kayda değer hiç bir şey yapılmadığı gibi, bir de “miktarsal gevşeme” (QE) politikaları ile gerek finans, gerek konut piyasalarında yeni balonların önü açılmakta. ABD borsasında CAPE endeksi 27 seviyelerini aşmış durumda (25’in üzeri tehlike sinyali). İlk 50 şirketin fiyat- kazanç oranları ise birbirine son derece yaklaşmış durumda. Bu durum son dönemdeki alımların tamamen gözü kapalı spekülatif alımlar olduğunu göstermekte. Gelişmiş ülkelerdeki konut fiyatlarının ise, bu haftaki The Economist dergisinde “yeniden gerçekle ilişkisi kopma noktasına gelmiş” olduğu ifade ediliyor. 

Sonuçta, 2008 krizinden sonra gerekli önlemlerin alındığını ve ekonomilerin artık normalize olduğunu iddia etmek için ya politikacı, ya da borsa simsarı olmak gerekiyor. Bütün bunları biraz da “ABD durumu yırttı, problem sadece AB’de var” iddiasında olanlar için ortaya koydum. Öte yandan, AB’de durumun daha kötü olduğu da yadsınamaz bir gerçek. İlk yarı yıl büyümeleri hemen hemen tüm AB ülkelerinde kötü geldiği gibi, ECB’nin negatif politika faizine rağmen ciddi bir defl asyon riski de devam etmekte. 

Bu konjonktürde, bugünlerde piyasalar yeniden Draghi’yi bir kurtarıcı ilan etmiş durumda. Bundan 2 yıl önce Draghi, euro’nun kurtarılması için elinden gelen her şeyi yapacağını söylemiş ve o günden sonra da zordaki Güney ülkelerinin faizleri düşmüş ve ifl as riskleri ortadan kalkmıştı. Sonuçta Draghi o gün durumu sadece sözlü müdahale ile düzeltebilmişti. 

Jackson Hole’daki son konuşmasında ise Draghi euro bölgesindeki durgunluk ve deflasyon risklerine dikkat çekerek, ilk defa parasal tedbirlerle birlikte yapısal reformlar ve maliye politikalarının uygulanmasının gerekliliğine dikkat çekti. Ancak Draghi bu konularda bir karar verici değil ve bence aslında yapısal reformlar ve genişleyici finansal politikaların kısa vadede fazla bir uygulama imkanı olmadığını da biliyor. Yapmak istediği asıl karar verici konumunda olan Almanya’ya “veremi gösterip sıtmaya razı etmek”. AMB artık bir an önce şu ya da bu şekilde olabildiğince yüksek montanda miktarsal gevşeme (QE) olarak adlandırılan bir tahvil alım programına başlamak zorunda. Ancak bunu yapabilmek için bile Almanya’nın onayına ihtiyacı var. Draghi sadece durumun vahametini gösterip Almanya’yı bu konuda ikna etmeye çalışıyor. 

Peki, uygulanacak bir QE politikası Euro Bölgesi’nin yaralarına merhem olur mu? Belki kısa vadede evet. (Ancak, AB tahvil piyasası ABD kadar likit ve birleşik olmadığı için etkisi de daha zayıf olacaktır.) Orta vadede ise bu tür QE politikalarının finansal balonlar oluşturmaktan ve böylece de yeni krizlere zemin hazırlamaktan başka bir faydası olduğunu düşünmüyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019