Program hükümetten, uymak Meclis'ten
Avrupa Birliği (AB) meselesi kamuoyunun gündeminden düşeli çok oldu. Etrafa şöyle bir bakmak bile yeterli; kimsenin umurunda değil! Kanıt mı? İşte "meselenin" sıkı takipçilerinden Türkiye-Avrupa Birliği Derneği Başkanı Prof. Dr. Halûk Günuğur'un söyledikleri.
Günuğur diyor ki: "AB konusu sadece gündemden düşmekle kalmıyor; daha ötesinde isteksizlik ve AB'ye kırgınlığa dönüşüyor. Dört yıl önce yaptığımız anketlerde tam üyeliği destekleme oranı yüzde 80'lerdeyken şimdi yüzde 30,35'lere kadar düştü. Yani üç kişiden ikisi Avrupa'ya güvenini yitirdi." Bu, meselenin kamuoyu tarafı.
Bir de siyasi tarafı var ki o nu da yine konunun sıkı takipçisi İktisadi Kalkınma Vakfı'nın başkanı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu vurguluyor. Diyor ki: "Türkiye'de hükümet ekonomik sorunlarla uğraşırken AB pusulasını kaybetti. Daha önce AB üyeliği hedefini araçsallaştırarak kendine de siyasi faydalar elde eden hükümet artık AB sürecinden beklentilerini asgari düzeye indirdi."
Kabaalioğlu'nun kurduğu ikinci cümle asıl gerçeği ortaya koyduğu için ilkinden önemli. "Diplomatik" üslûptan arındırıldığında "çıplak" anlam şu: AB üyeliği hedefi AKP iktidarı için bir iç siyaset aracıydı. Kullandı. Siyasi faydalar sağladı. Marjinal siyasi faydanın sıfıra yaklaştığı noktada da işi rölantiye aldı.
Fizibilite tutmadı
Önce şahsi düşüncemi yazayım. Yaklaşık 60 yıldır AB ile oluşturulan siyasi ve ekonomik yapı, niteliği bakımından, bugün Türkiye'nin "ayaklarına" vurulmuş prangaya dönüştü. "Avrupa geri Türkiye için bir uygarlık projesidir" özetindeki "sakil" iddiayı bir tarafa bırakıyorum. Bu, "iddia" haliyle bile haysiyet kırıcı bir ön kabuldür!
Aynı iddianın çevresinde örülen siyasal, ekonomik ve sosyal zihin modeliyse 60 yılık politik ve ekonomik eylem birikimiyle birlikte bugün gelinen noktada kaçınılmaz olarak "fizibilitesini" büyük ölçüde yitirmiş görünüyor. Kimbilir, belki kamuoyu desteğinin hattâ siyasi isteğin baş aşağı gitmesi de bundandır. Ayrıca, AB'nin Türkiye'yi tam üyelik dışında bir "alt ülke" olarak elde tutacak "özel statü" arayışlarını resmileştirmesi tek başına kanıttır.
İşte bir tespit daha: "AB'nin tutumu Türkiye ile ilişkileri yavaşlatıcı mahiyette. Türkiye gibi AB ile müzakere eden bir ülke konuşulmuyor, çünkü siyasi kararlara bağlanmış" cümlesi MHP İstanbul Milletvekili ve TBMM'nin AB Uyum Komisyonu Üyesi Prof. Dr. Mithat Melen'e ait.
Taahhütlere devam
AB konusunda bu ülkede söylenmedik söz kalmadı. Gene de 60 yıldır Türkiye lehine sonuçlandırılmayan fakat gerçekliğini koruyan bir ilişki söz konusu. Bu ilişkinin tüm aşama ve süreçlerinde "siyasi irade" var. Kimliği ne olursa olsun her iktidar her muhalefet için AB hâlâ vazgeçilmez hedef. Dolayısıyla meselenin siyasi boyutu, ilişkinin gidişatını belirliyor.
Bu noktada, Türkiye "AB müktesebatına uyum" yolunda sürekli taahhütlerde bulunuyor. "Ulusal Program" adı verilen taahhütnameleri hükümetler hazırlıyor. Tamam, böyle olması gerekiyor. Ama, o taahhütler Türkiye'nin siyasi, idari, ekonomik, sosyal yapısıyla "doğrudan" ilgili. Yapıyı bire bir etkiliyor, değiştirmeyi hedefliyor.
Şimdi AKP hükümetinin hazırlayıp, Meclis'e şöyle bir "gösterdikten" sonra kanun hükmünde kararname gibi ancak "olağanüstü" durumlarda kullanılabilecek bir yolla AB'ye ilettiği "3. Ulusal Program" da bu sürecin yeni parçası.
Öyle ki, hükümet dört yıl içinde 103 kanun, 300 civarında tüzük ve yönetmelikte AB müktesebatı doğrultusunda düzenleme taahhüt ediyor. Tüzük ve yönetmelikler bir tarafa… İş kanunlara geldiğinde belirleyici etken Meclis'in iradesi ve yasama işlevi.
Ne ki, TBMM 3.Ulusal Program'da büyük ölçüde devre dışı. Bırakın böyle bir programı bir "genel görüşmede" tartışma şansını, iktidar ile muhalefetin oluşturduğu "AB Uyum Komisyonu" bile konuyu yeterince irdeleyemiyor. Peki, ulus temsilcilerinin süzgecinden geçmemiş bir program nasıl ulusal program oluyor?