Program döneminde kamu borcunda rekor artış
Ekonomik dengeleri rasyonel zemine oturtma hedefiyle geçen yıl göreve gelen yeni ekonomi yönetimi parasal sıkılaştırma esaslı programda 16 ayı geride bırakırken, bu dönemde Türkiye’nin kamu borcu artış ivmesini sürdürerek rekor bir düzeye geldi.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre, yerel yönetimler ve sosyal güvenlik kurumları dışında kalan kamu idari birimlerini kapsayan “merkezi yönetim”e ait olan ve Hazine tarafından yönetilen kamu borcunu kapsayan söz konusu stok, yeni ekonomik programı kapsamında önlemlerin hayata geçirilmeye başladığı Temmuz 2023 başı ile bu yılın ekim sonu arasındaki dönemde yüzde 56,5 oranında 3 trilyon 175,5 milyar lira artarak 8 trilyon 795,7 milyar liraya ulaştı.
Bütçe açıkları ve kamu borçlanma gereğinde devam eden artış ivmesi, programın ilk 16 ayında borç stokunda rekor düzeyde bir büyümeyi beraberinde getirirken, kamunun özellikle yüksek faiz oranları gittiği TL cinsi iç borçlanmalarla piyasadan yoğun oranda kaynak çekmesi özel sektör yatırımları üzerinde daraltıcı etki yaptı.
Hazine iç borçlanmaya yüklendi
Dış kaynak imkanlarındaki daralmanın yeterince aşılamadığı bu dönemde, kamu açıklarının finansmanı için gerekli kaynaklar esas olarak, aşırı yükseltilen faizlerin cazip kıldığı TL cinsi devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) ihracı yoluyla temin edildi. Merkezi yönetim borç stokundaki hızlı büyüme, özellikle TL cinsi kağıtlarla yapılan iç borçlanmadan kaynaklanırken, dövize dayalı iç borçlar ile dış borçlardaki büyüme görece düşük kaldı.
Temmuz 2023-Ekim 2024 döneminde TL cinsi iç borç stoku yüzde 92,8 oranında net 1 trilyon 713,3 milyar liralık bir artışla 3 trilyon 558,8 milyar liraya ulaşırken, döviz cinsi iç borç stoku yüzde 20,6 artışla 880,9 milyar lira oldu. Böylece toplam iç borç stoku yüzde 78,4 oranında 2 trilyon 18,8 milyar lira büyüyerek 4 trilyon 594,4 milyar liraya ulaştı.
Aynı dönemde merkezi yönetimin dış borç stokunun ulusal para cinsinden karşılığı, dövizdeki mutedil seyir dolayısıyla sınırlı düzeyde kalan kur farkı dahil yüzde 38 büyüyerek 4 trilyon 201,2 milyar lira oldu. Böylece dövize dayalı iç borçlar ile dış borçların toplamından oluşan dövize dayalı borç stokunun bakiyesi ulusal para ile 5 trilyon 82,1 milyar lira, bunun toplam borç stokundaki payı da yaklaşık yüzde 57,8 oldu.
Borç dolarizasyonu hala yüksek
Buna göre dış borç ve dövize dayalı iç borç toplamında dövizli borçların, toplam borç stoku içinde Haziran 2023 itibarıyla yüzde 67,2’ye kadar çıkan ağırlığı, program döneminde temel finansman kaynağının TL faizli enstrümanlarla borçlanma oluşu ve kur artışlarının düşük kalmasına bağlı olarak 10,6 puan geriledi.
Ancak dövizli borçların toplam stoktaki payının 2014 yılında yüzde 32,3 olduğu ve pandemi dönemine kadar yüzde 50’nin altında seyrettiği dikkate alındığında, merkezi yönetim borç yapısındaki mevcut “dolarizasyon” hala yüksek bir düzeyi ifade ediyor.
Son dönemde önemli oranda rezerv biriktiren Merkez Bankası’nın kurları baskılamaya yönelik müdahale satışları için imkânı program öncesine göre oldukça artmış bulunuyor. Bununla birlikte önümüzdeki günlerde beklenen faiz indirimleri sürecinde dövize talebin güçlü bir dalgaya dönüşmesi olasılığı ve yaşanabilecek yeni kur şokları nedeniyle yüksek borç dolarizasyonu, Hazine için belli bir kur riskini beraberinde taşıyor. İleriki dönemlerde kurlarda yaşanabilecek yukarı yönlü sert hareketlere bağlı olarak doğacak ilave kur farkı yükünün, hala büyük bölümü döviz cinsi olan borçların ulusal para cinsinden karşılığı ve toplam stoktaki büyümeyi artırma olasılığı bulunuyor.
IMF küresel borç krizi için uyardı, Türkiye için risk var mı?
IMF’nin ekim ayında yayımlanan son Mali Gözlem Raporu’nda “zayıf büyüme ile yüksek borcun tehlikeli bir bileşimi”ne dikkat çekilerek, hükümetlere, borçları azaltıp gelecek şoklara karşı tamponları yeniden inşa etmeye odaklanmaları tavsiye gelmişti. Raporda, küresel kamu borcunun 2024 sonunda 100 trilyon doları aşarak küresel GSYH’nin yüzde 93’ünü geçeceği ve yükseliş trendinin orta vadede devam edeceği öngörülerek, “Mali tamponları büyüme dostu bir şekilde yeniden oluşturmak ve mali yönetimi güçlendirmek, sürdürülebilir kamu maliyesi ve finansal istikrarı sağlamak için elzemdir” uyarısı yapılmıştı.
Ancak son yıllardaki hızlı büyümeye rağmen Türkiye’nin kamu borcunun milli gelire oranı dünya ortalamasına göre yüksek bir düzey oluşturmuyor. IMF, 2024 yılında merkezi yönetim borcunun milli gelire oranının AB ortalamasında yüzde 82,7, Euro bölgesinde yüzde 88,1, gelişmiş ekonomilerde yüzde 109,4, G7 ortalamasında yüzde 124,3 düzeyinde tahmin ederken, bu oranı Türkiye için yüzde 25,2 öngörüyor.
2025-2027 dönemine ait Orta Vadeli Program’da (OVP) ise AB tanımlı genel yönetim borç stokunun GSYH’ye oranının Türkiye’de bu yıl yüzde 25,6 düzeyinde gerçekleşeceği tahmin ediliyor, 2025 yılında da yüzde 24,8’e düşürülmesi hedefleniyor. Bu borçluluk düzeyi Türkiye için bir “borç krizi” olasılığının uzak olduğunu göstermekle birlikte, devam eden yüksek kamu borçlanma gereğinin faizlerin yüksek seyri ve enflasyon üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmıyor.
Türkiye'nin kamu borçlanma ihtiyacı neden yüksek düzeyde?
Kamu mali dengelerinde bozulmada pandemi ve izleyen dönemde art arda gelen bir dizi gelişmenin etkisi bulunuyor. Enflasyonu kontrolden çıkaran, ekonomik dengeleri tümden bozan faizi baskılama politikası, bunun üzerine Şubat 2023’te büyük hasarlara yol açan depremlerin maliyeti, Mayıs 2023’te yapılan genel seçimler sürecinde kamu mali politikalarında gevşeme ve özellikle EYT düzenlemesinin etkisiyle bütçeden sosyal güvenliğe yapılan transferlerdeki hızlı büyüme gibi faktörler de kamu mali dengelerindeki bozulmayı artıran zincirin halkalarını oluşturuyor.
Haziran 2023 başında göreve gelen yeni yönetim “ekonomiyi rasyonel zemine oturtma” hedefiyle hazırladığı ve bu kapsamda sıkılaşma önlemlerini temmuzdan itibaren kademeli olarak hayata geçirdiği program, 16 ayını doldururken, bütçe açıkları ve borçlanma ihtiyacındaki büyümenin devam etmesi, mali dengelerin rasyonel zemine oturtulmasını güçleştiriyor. Bu yıl mart ayındaki yerel seçimler sürecinin yanı sıra, kamu harcamalarında tasarrufa yeterince uyulmaması ve bütçede faiz ve sosyal güvenlik yükünün büyümeye devam etmesi, kamuda mali dengeleri sağlamaya direnç oluşturuyor.