Prof. Ernst Hirsch hayatta olsaydı
TBMM'de kabul edilen şekliyle 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girmesi gereken yeni Türk Ticaret Kanunu hâlâ tartışılıyor: Yürürlüğe girsin mi, girmesin mi? 20 maddesi mi değiştirilsin 50 maddesi mi? O maddesi mi değiştirilsin bu maddesi mi? Önce ertelensin sonra mı değiştirilsin, ertelenmeyip uygulamada mı değiştirilsin?
Yaklaşık 5 ay sonra yürürlükten kalkacak olan 60 yıllık "eski" Türk Ticaret Kanunu'nun mimarı Prof. Dr. Ernst Hirsch (1902-1985) ultra faşist Nazi rejiminden kaçarak 1933 yılında sığındığı Türkiye'de medeni kanun ile birlikte ticaret hukukunun temelini atan bilim adamı.
Yalnız ticaret kanunu değil, Üniversiteler Kanunu, Fikir ve sanat Eserleri Kanunu, Marka, Patent Sınai ve Faydalı Modeller Kanunu gibi diğer önemli kanunların yapılmasında da büyük katkıları var. Bugün yaşıyor olsaydı, Prof. Dr. Ünal Tekinalp'in mimarı olduğu yeni Türki Ticaret Kanunu üzerinde siyaset, iş ve hukuk dünyasında süregiden garip tartışmalara bakıp acaba şöyle der miydi:
"Türkiye'de zaman ölçer adamlar var. Her yeni çalışma sırasında bu adamlar ortaya çıkar 'Türkiye için bunların zamanı gelmedi' diyerek engel olmaya çalışır."
Neden mi? Çünkü 1933-1952 yılları arasında İstanbul ile Ankara Hukuk Fakültelerinde öğretim üyesi, bazı bakanlıklarda danışman göreviyle çalışan, önemli kanunlarda imzası bulunan Prof. Hirsch üniversitelerde, bürokraside, siyasette karşılaştığı engellerin sebebini böyle açıklarmış da ondan!
İkisi de mümkün
Yeni kanunu hazırlayan Bilim Komisyonu'nun Başkanı Prof. Dr. Tekinalp'in bu tartışmaları Prof. Dr. Hirsch'in formülü ile değerlendirdiğini çeşitli açıklamalarından hatırlıyorum. Bu bir yönüyle geçerli. Yeni kanunun şirketlere ve ticari ilişkilere vereceği yeni düzen, iş dünyasında maddi ve fiziki olduğu kadar "psikolojik" karşıtlık veya direnç yaratıyor.
Fakat, kanuna ilişkin eleştiriler gelinen noktada şöyle bir duruma da işaret ediyor:
Kanun taslak ve tasarı olarak gerek hazırlık, gerekse yasama organı aşamalarında yoğun tartışılmış; özellikle iş dünyası temsil gruplarının talep ve önerileri, taslak ve tasarıyı şekillendirenlere iletilmiş ama bunlar Bilim Kurulu'nda, TBMM alt ve esas komisyonlarında dikkate alınmamış, tümü ret edilmiş!
Peki, hukuk sisteminde Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Türk Borçlar Kanunu gibi "temel kanun" niteliğindeki Türk Ticaret Kanunu "inşa edilirken" hedef kitle iş dünyasının görüş, öneri ve talepleri tüm aşamalarda neden ret edildi? Öneri ve talepler ret edilecek idiyse neden istendi? Talepler "kanunun tabiatına" mı aykırıydı? Yoksa, ticaret kanunu başka türlü olamayacağı için mi böyle yazılmak ve kabul edilmek zorundaydı? Görülüyor, tartışmalarda iki durum da geçerli!
Haklı eleştiriler var
İş dünyasından kanuna yönelen eleştiri ve düzeltme-değişiklik taleplerinin haklı yönleri var. Ancak, önce şunu vurgulamak lâzım: bin 530 küsur maddeli bu kanun yasama sürecinde yeterli ve "nitelikli" bir siyasi çalışmaya tabi tutulmadı. Ne iktidar ne muhalefet böyle önemli bir kanuna gereken "yasama özen" ve "dikkatini" gösterdi. TBMM Genel Kurulu'nda derinliğine tartışılmadı; sadece maddeler okundu ve oylandı.
Eleştiri ve taleplerin haklı yönlerine gelince, şirket bilgilerinin kamuya açıklanması, sır kavramı, para ve hapis cezaları, muhasebe standartları, raporlama ve denetim yükümlülükleri ve tartışma ortamında dolanan benzeri diğer bazı hükümler, hukukçu gözüyle gerekli ve yerinde bulunabilir.
Ancak, iş dünyası da bir tarafa, gözlemci gözüyle dahi kanunun kimi hükümleri, büyük çoğunluğu küçük ve orta ölçeklilerden oluşan şirketler dünyasının "kimyasını değiştirecek" cinsten. Daha açıkçası, kanun hukuk teorisi ve düzeni bakımından "ideali", eleştiriler ve talepler ise "hayatı" ve şartları temsil ediyor. İkisi de önemli, iki kavram arasındaki denge ve uyum da… Galiba, yeni kanunun temel meselesi bu.