Proaktif kriz yönetimi
Ülkemiz ekonomisi dinamoları olan küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin, ister üretici olsun, ister herhangi bir ticari faaliyet yürütsün, günümüzde yaşadığımız zor ekonomik koşullar karşısında olumsuz etkilendikleri hepimizce malumdur.
Sadece ülkemizde değil, son beş yıldır, dünyada ekonomi çarklarının, siyasi gelişmelerin güdümünde kaldığı ve kırılgan ekonomiye sahip ülkelerde bulunan işletmelerin de çok zor zamanlar geçirdiğini sanıyorum bilmeyen yoktur.
Yakın ekonomik tarihimizde, özellikle 1994 yılında yaşanan ağır ekonomik kriz ve ardından 1999, 2001 ve sonraki yıllarda neredeyse her iki yılda bir yaşanan ekonomik dar boğazlar karşısında, o yıllarda faaliyette bulunan işletmelerin krizlere, bir çok Avrupa ülkesindeki işletmelerden çok daha bağışıklı olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.
O tarihlerde faaliyetini sürdüren büyük işletmeler başta olmak üzere, küçük ve orta işletmeler (KOBİ’ler) de, “Acı reçeteler” uygulamak zorunda kalmışlardır. Büyük işletmeler bu olumsuzluklar karşısında “Kriz Yönetimi”ni öğrenmişlerdir. Yine o tarihlerde oluşan krizlere reaksiyon veren büyük işletmeler, gelecek dönemlerde benzer krizler karşısında, aynı güçlükleri yaşamamak için “Proaktif Kriz Yönetimi” ilkelerini benimsemişlerdir.
Oysa KOBİ’lerin büyük bir çoğunluğu, bugünkü ekonomik kriz karşısında yine aynı olumsuzlukları yaşamaktadırlar. Bu durumda böyle işletmelerin, önceki krizlerden gerekli çıkarımları yapmadıklarını veya krizlere proaktif yaklaşım yerine, reaktif davranmayı tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Geçtiğimiz 10-15 yılda kurulan bazı işletmelerin ise, bu boyuttaki bir ekonomik krizi daha önce yaşamadıkları için, nasıl davranmaları gerektiği konusunda deneyim eksikliği yaşadıklarını da ifade edebiliriz.
“Proaktif Kriz Yönetimi” sadece bugün var olan işletmeler için değil, bugünden sonra kurulacak yeni işletmeler için de, göz ardı edilmeyecek stratejik bir yaklaşımdır.
Kısaca “Proaktif Kriz Yönetimi”, daha kriz kapıyı çalmadan, bir takım analizleri, piyasa hareketlerini ve tabii ki siyasi gelişmeleri yakından takip ederek, olası krizlere hazır olmak ve önceden bir takım önlemler almak anlamına gelir. Krizi sadece ekonomik olarak değerlendirmek, olaylara dar bir pencereden bakmak olur. Rakip bir kuruluşun pazardaki etkin bir hamlesi veya pazardan çekilmesi, yeni bir rakibin gelmesi, kanun koyucunun yeni regülasyonlar koyması, yeni vergi veya kotaların konması, üretilen mal veya hizmetin ikamesinin çıkması veya yepyeni bir ürünün pazara verilmesi ile yaşanan pazar payı kayıpları da kriz olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca işletmelerin veya markaların, iletişim, reklam veya hizmetlerinde yaşanan bazı olumsuzluklar da krize dönüşebilmektedir.
Oluşan her türlü krize, kriz oluştuktan sonra durum değerlendirmesi yaparak, reaksiyon vermek, aslında geç kalınmış hamlelerdir. Bunun yerine, kriz daha meydana gelmeden, planlama yapmak, kriz oluştuğunda planlara uygun hareket etmek gerekmektedir. Bu yaklaşım “Proaktif” bir davranıştır ve bunun sayesinde, kriz karşısında yaşanan her türlü (Zaman, para, emek, itibar, moral…vs.) kayıplar çok daha az olacaktır.
Peki “Proaktif Kriz Yönetimi” için neler yapmak gerekir?
Tek bir yazıda uzun uzun yapılacak işleri yazmak mümkün değil, o nedenle bunu da minik bir seri haline getirerek yayınlayacağım.
Gelecek yazımda “Proaktif Kriz Yönetimi” için vazgeçilmez unsurlardan biri olan “Senaryolarla Çalışmak”tan söz edeceğim.