Powell krizi, doların çöküşü ve Türkiye’ye düşen ders
Donald Trump, ikinci başkanlık dönemine para politikasını dizayn etme kararlılığıyla başladı. Fed’in faiz indirmemesini ‘ihanet’ gibi gören Trump, Powell’ı açıkça hedefe koydu: “Görevden alınması için sabırsızlanıyorum.” Ancak mesele yalnızca Powell değil.
Mesele, dünyada hâlâ bir güven çıpası olarak görülen ABD Merkez Bankası’nın bağımsızlığı. Trump’ın çıkışı, bu çıpayı yerinden oynatıyor. Powell’ın görevden alınma olasılığı, ABD kurumlarının bağımsızlığına yönelik sistematik baskının yeni bir halkası olarak görülüyor.
Powell’ın yasal güvencesi ve tarihsel arka plan
ABD Merkez Bankası Başkanı, Federal Reserve Act’in 10. bölümü uyarınca yalnızca ‘geçerli bir neden’ durumunda görevden alınabilir. Bu ‘neden’, yolsuzluk, görev ihlali ya da açık hukuki hata gibi ağır şartlara bağlanmıştır. Jerome Powell, halihazırda 2026’ya kadar atanmış olup 14 yıllık bir kurul üyeliği süresiyle görev yapmaktadır. Başkanlık görevi bitse bile, kurul üyesi olarak kalabilir.
Piyasalar ayakta: Dolar çöküyor, altın şahlanıyor
Piyasalarda yaşanan son gelişmeler Trump’ın baskılarını anında fiyatladı: Dolar endeksi 2022 seviyelerine dönerken, altın ons fiyatı 3.400 doları gördü. ABD tahvillerinde satışlar derinleşti, getirilerde yükselişle birlikte eğri dikleşti. ‘Sell America’ pozisyonu büyüyor. Avro ve İsviçre Frangı gibi güvenli limanlara yöneliş artarken, Japon Yeni de değer kazanıyor. Avrupa’dan gelen sert eleştiriler ve Fransa Maliye Bakanı’nın ‘ABD ekonomisi derinden sarsılır’ uyarısı, artık krizin sadece Washington ile sınırlı olmadığını gösteriyor.
TCMB’den kararlı hamle: 350 baz puan artış ve yeni duruş
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bu küresel türbülansın ortasında ezber bozan bir adım attı: Politika faizi 350 baz puan artırılarak %42,5’ten %46’ya çıkarıldı. Gecelik borç verme faizi %49’a, borçlanma faizi ise %44,5’e yükseltildi. Karar metninde, enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışlarının risk oluşturmaya devam ettiği vurgulandı. Karar sonrası dolar/TL kurunda sınırlı geri çekilme yaşanırken, Türkiye’nin 5 yıllık CDS primi 15 baz puan düştü. TCMB’nin bu hamlesi, küresel belirsizliklerin arttığı dönemde ‘biz buradayız’ duruşunun göstergesidir.
Altın talebi, enflasyon ve Türkiye’de yatırımcı eğilimi
Altının ons fiyatındaki sert yükseliş, sadece küresel piyasalarda değil, Türkiye’de de bireysel yatırımcı davranışlarını etkiliyor. 2024 yılı sonundan bu yana yastık altı altın talebi artarken, rafinerilere gelen fiziki dönüşüm başvuruları %25 yükseldi. Gram altın 4.180 TL seviyesini aşarken, yılbaşından bu yana %40’ı bulan prim yapmış oldu. Kuyumcularda likidite daralması gözlenmekte. Bu da alış/satış arasındaki marjın açılmasına yol açıyor. Bu eğilim cari açık üzerinde baskı yaratabileceği gibi, enflasyon beklentilerini de etkileyebilir. Öte yandan altın rezervlerinin artırılması, TCMB’nin rezerv politikasına da destek sunuyor.
Türkiye ne yapmalı? 3 maddede yol haritası
1- Güven Telkin Eden Para Politikası, TL’ye En Büyük Destek: TL’nin güçlü kalması için para politikasında şeffaflık ve tutarlılık şart. TCMB’nin faiz artışı, bu bağlamda önemli bir eşiği temsil ediyor.
2- Sermaye Girişleri İçin Yeni Fırsat Kapısı: ABD tahvillerinden kaçan sermaye, Türkiye gibi gelişen piyasalara yöneliyor. Yapısal reform sinyalleri bu yönelimi güçlendirebilir.
3- Altın ve Döviz Dengesi: Altın ithalatı ve döviz talebi arasında denge kurulmalı. Kambiyo politikaları bu anlamda kritik.
Ders: Kurumlar sarsılırsa, piyasa cevap verir
Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’de bile merkez bankası bağımsızlığı sorgulanırsa, yatırımcı cevabını hemen verir: dolardan kaçar, altına sığınır. Türkiye bu gerçeği 2018 ve 2020 yıllarında yaşamıştı. Bugün ise piyasalara güven telkin eden, tutarlı ve öngörülebilir bir Merkez Bankası profili çizme şansı mevcut. Bu fırsat iyi kullanılmalı.
Son söz: Bu fırtına yıkıcı değilse, yapıcı olabilir
Trump’ın söylemleri, Powell üzerindeki baskılar ve merkez bankası bağımsızlığını tehdit eden her girişim, aslında dünyaya aynı şeyi hatırlatıyor: Kurumsal istikrar, parasal gücün temelidir. Türkiye bu denklemde artık sadece izleyen değil, doğru politika hamleleriyle yön veren bir aktör olabilir. Nisan 2025’te atılan adım, bu yönde önemli bir eşiği temsil ediyor.