Potansiyel ülkeden değer yaratan ülkeye
Çok çalışkan bir öğrenci, iyi bir ailede. Öyle ki, ailesi derslerine sürekli yardım ediyor, okuduğu okulu da gayet iyi; ama öğrencinin notları bir türlü yükselmiyor, notları hep zayıf.
Her şeye rağmen yeterince mutlu olamıyor, ailesini ve öğretmenlerini mutlu edemiyor. Potansiyel yüksek, ama başarı yok, değere dönüşmüyor. Bir basketbolcu adayı, vücudu spora çok uygun, boyu yaşıtlarından hayli uzun, herkesten fazla antrenman yapıyor; ama bir türlü başarılı olamıyor. Her ne yaparsa yapsın takıma giremiyor. Potansiyel yüksek, ama başarı yok, değere dönüşmüyor.
Bir ülke, genç ve dinamik bir nüfusa sahip, bulunduğu yer dünyanın en stratejik yeri, Avrupa’da, Asya’da yanı başında, Rusya ve Afrika ile de coğrafi olarak yakın. Üç tarafı denizlerle çevrili, lojistik alt yapısı da bir hayli kuvvetli. 86 milyon nüfus, tarıma ve madenciliğe son derece elverişli arazilere sahip, ne ekseniz ürüne dönüşüyor, üretim ve sanayisi gelişmiş, teknolojiye ilgi büyük, turizm açısından adeta cennet.
Üstelik mazisi de pek çok zaferle dolu. Çalışma saatleri birçok gelişmiş ülkenin üzerinde, halkı fedakâr, geleneklerine bağlı. Ancak ekonomide bir türlü cari fazla veremiyor, dış ticaret açığını kapatamıyor, kişi başına düşen gelir seviyesini yukarı taşıyamıyor, gelişmişlik düzeyini bir türlü yukarılara taşıyamıyor.
Potansiyel hem de çok yüksek, ama mutluluk ve refah, olması gerekenin çok altında, ekonomik değere dönüşmüyor. Üzülsek de ülke gerçeğimizin bu olduğunu rakamlar gösteriyor.
Seçim sonrası atılan ekonomik adımların da, bu açmazdan çıkıp biran önce pozitife dönmesi hedefli olduğu her ne kadar düşünülse de, gerek KDV oranlarının yükseltilmesi, gerekse vergilerin arttırılmasının, kayıt dışı ekonomiyi körükler nitelikte olmasından endişe duyuyorum.
Orta ve uzun vadeli planları ve aksiyonları henüz görmediğimiz için erken öngörüde bulunmak çok doğru olmasa da, böylesine güçlü ve önemli bir potansiyele sahip olmamıza rağmen, cari açıktan cari fazlaya dönemeyişimiz elbette şaşırtıcı ve bir o kadar da üzücü.
Harcamaların kısılması ile enflasyonu düşürmek gibi bir hedefin olmasından endişe ettiğimi ve Türkiye’nin yapısı, dokusu ve potansiyeli ile örtüşmeyecek bir düşünce olduğunu belirtmeden edemeyeceğim. Yalnızca devletin açığını ve döviz rezervini hedef alan bir ekonomik reform paketini, her şeyden önce reform olarak nitelendirmeyerek başlamak lazım meseleye.
Hele ki kamu harcamalarında tasarrufa gitmeksizin bir büyüme veya refah seviyesini arttırmak düşünülmeye devam edilirse, güveni kazanmakta zor olacaktır. İzleyip göreceğiz. Ama potansiyelin neden bir türlü değere dönemediğini de hiç yorulmadan dile getirmeye devam edeceğiz, etmeliyiz de.
Öte yandan bu hafta Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine yönelik yaktığı yeşil ışık ve ABD Başkanı Biden ile yakınlaşması, önceki hafta Ukrayna lideri ile samimi bir görüşme gerçekleştirmesi, geleceğe dair öngörüleri de ister istemez şekillendiriyor.
Akla gelen sorular arasında ekonomik sorunların ibrenin Rusya’dan ABD’ye mi çevrildiği yer alırken, Avrupa ve Ukrayna’daki savaşta bir güç dengesi taşıdığımız görüntüsü de verilmiş oldu. İşin siyasi gerekçeleri bir yana dursun, geç de olsa atılan batı yakınlaşmasını; en önemlisi de Gümrük Birliği ve Avrupa Birliği’nin yeniden gündeme getirilmesini olumlu bulduğumu itiraf etmeliyim.
Ama keşke bunlar zorunluluk teşkil eden hallerde değil de, içselleşmiş olarak yaşamımıza tam olarak girebilse. Potansiyel; kelime anlamı olarak gizli kalmış, henüz varlığı ortaya çıkmamış ve gelişmesi muhtemel ve mümkün olarak geçiyor sözlüklerde.
Tam da ülkemizin taşıdığı değerlerle, bizim için ise bir türlü gelemeyen ve yakalanamayan, o çok da hak ettiğimiz yüksek ekonomik ve demokratik refah seviyesi. Oysaki ülke potansiyelimizin geleceği beklemesine gerek olmadan, çoktan o noktada olması gerekirdi.
Düşündüğümüzde Güney Kore’nin ekonomik hamlelere, Türkiye’den çok daha fakir olarak başladığını, 1980’lerde demokratikleştikçe yüksek kaliteli bir büyümeyle büyük bir başarıya imza attığını görüyoruz. O halde potansiyeli başarılı bir yönetim ile yoğurmadığınız sürece istenilen skor da gelmiyor. Tıpkı yazımın başında bahsettiğim öğrenci gibi, sporcu gibi.