Potansiyel kârdan neden uzak kalıyorsunuz?
Kârlı bir şirket misiniz? Bu ortamda kâr edebiliyorsanız sizi tebrik ediyorum. Bu bir başarı. Ancak şunu da belirtmem lazım; muhtemelen elde edebileceğiniz potansiyel kârı elde edemiyorsunuz. Ülkemizde kâr eden şirketlerin yüzde 90’ı potansiyel kârdan uzak faaliyet gösteriyor.
Şimdi diyeceksiniz ki, hocam ekonomi, siyaset, kur, faiz… Ben de diyorum ki hayır, söylemek istediğim bunların dışında. Siz konjonktür kötüyken 100 milyon TL kâr ettiniz. Diyorsunuz ki, konjonktür iyi olsa, biz 200 milyon TL kâr ederdik. Ben diyorum ki, konjonktürden bağımsız 250 milyon TL kâr edebilirsiniz.
Gerçekleşen kâr ile potansiyel kâr farklıdır
Potansiyel kâr yönetsel ve sistemsel anlamda her şeyi doğru yaparsanız elde edebileceğiniz kâr. Ancak potansiyel kârlılığa ulaşmanızın önünde sistemsel ve yönetsel engeller var. Potansiyel kârlılığa ulaşmak istiyorsanız, bu sistemsel veya yönetsel engelleri ortadan kaldırmanız lazım.
Bunlardan ilki, geleneksel, artık içselleştirilmiş varsayım ve kabullerdir. İş geliştirmede, üretimde, hizmette, lojistikte, kısaca tüm iş süreçlerinde ve iş yapış biçimlerde kanıksanmış bu modeller size zarar veriyor olabilir. “Biz bu işi burada böyle yaparız” dediğiniz uygulamalar, aslında kârdan yiyor olabilir. Hepsi de elbette ortaya koyuldukları dönemde iş yapmış, fayda sağlamıştır, ancak bugün değil.
Bu konuya bir örnek olarak sürekli çalışılan, kârsız, tahsilatı sorunlu ama dede yadigarı müşterileri veya bayileri verebiliriz. Bunlardan vazgeçin, bunları kârlı ve sorunsuz müşteriler/bayiler ile değiştirin, bunlara enerjinizi harcamayın dediğimizde, en başta patronlar ayağa kalkar. “Bizim arkadaşımız, kardeşimiz, onlar aileden derler”. İşte sorun da buradadır. Bu tür müşterilerden çıkıp, kârlı, tahsilat sorunları olmayan müşteriler ile çalışmaya başladığınızda, nakit akışlarınız başta olmak üzere bir çok iyileşme sağlarsınız. Kârlılığınız, olumlu yönde etkilenir.
Silolarla yönetim
Potansiyel kârdan uzaklaştıran diğer unsur şirkete bir bütün olarak bakmayı önleyen silolarla yönetim yaklaşımıdır. Departmanlar işi kendince iyi ve verimli yapıyorsa, bunun şirket geneli için de iyi ve verimli olduğunu düşünürüz. Çoğunlukla böyle olmaz. Bir silonun/departmanın kendi adına sağladığı verimlilik, diğerine verimsizlik olarak yansıyabilir. Bir iş biriminin iş yapış biçimi, diğerini çok olumsuz etkileyebilir. Örnek olarak, Ar -Ge, yeni ürün devreye alma, teklif verme, Ür-Ge, satın alma gibi birimler arası ilişkileri verebiliriz. Üretim- satış- finans dengesi sağlanamamış yapılardır bunlar.
Bize şirket yönetiminde 1900’lerin başından itibaren yönetilebilir parçalara bölüp yönetmemiz öğretilmiştir. Küçük parçaların yönetilebilir olduğu doğrudur ama her bir parçanın, bütüne etkisi gözden kaçar. Hele de bu dönemde, silolarla yönetim, kârı alır götürür.
Maliyet düşürmek-verimlilik odaklılık
Kârı artırır ama potansiyel kâra ulaşmayı önler. Söylediğimden bunlar yapılmasın anlamı çıkartmayın ama odağınız bunlar olmamalı. Odak, geliri artırmaktır. Bunu da inovasyona dayalı olarak yapmaktır. Potansiyel kâra verimlilikle değil; iş geliştirerek, yeni iş alarak, daha çok satarak gidilir. Bu da kurumsal odağın içe değil, dışa dönük olmasını gerektirir.
Bugün ülkemizde pek çok şirket, dijital dönüşüm, verimlilik, tasarruf derken odağını içe dönük tutuyor. Müşteri, pazar, iş modeli veya üründe gelişmeleri, inovasyonları kaçırıyoruz. Oysa, odak dışarı doğru olmalı, sonrasında içerisi buna göre dizayn edilmeli. Temel yetkinlikler, müşteri beklenti ve ihtiyaçlarındaki değişime göre oluşmalı. Verimli üreteyim, düşük fiyata satarım derken bir bakmışsınız ne o pazar, ne de o müşteriler kalmamış. Potansiyel kâr, dışarıya bakışla yakalanır.