Popülizm ve demokrasinin sonu
Yeni bir yıla girerken, siyaset bilimci olan yazarımızın hepimiz için bir uyarısı var: demokratik kurumlarımızın giderek daha fazla tehdit altında kaldığı tarihi bir dönemden geçiyoruz ve hemen harekete geçmezsek dönüşü olmayan noktaya geleceğiz. Bu yıl bazı zor sorunlarla karşı karşıyayız: Politikamızın üzerine inşa edildiği temel ilkeleri reddeden bir popülizm türünün yükselişini tersine çevirebilir miyiz? Kısacası, demokrasiyi kurtarabilir miyiz?
Birçok kişi demokratik normların aşınmasından sağcı politikaları sorumlu tutuyor. Ama o kadar basit mi?
Dünyada popülizmin yükselişte olduğu aşikar ve bu çıkış, bir ülkenin siyasi ortamına göre bazen sağ bazen de sol kanatta konumlanabiliyor. Bunu tetikleyen genel sorun halkların hükümetlerin performansından memnun olmamasıdır. Popülist hareketler güçlerini yürürlükteki siyasi düzenden duyulan memnuniyetsizliklerden alırlar. Popülist liderler ise toplumu ve siyaseti kökten dönüştürme taahhüdünde bulunurlar. Tabii, bunu gerçekten başarıp başaramayacakları tartışmaya açık bir konudur. Hayallerinin önemli bir bölümünün sadece fantezilerden ibaret olduğunu söyleyebilirim çünkü, en son tahlilde, dünyadaki diğer benzerleriyle yoğun bağlar geliştirmiş kitle toplumlarının tabi olduğu ve gerek ülkelerin gerek bu ülkelerde yaşayan birey ve grupların neler yapabileceğinin sınırlarını belirleyen bir düzenin varlığı söz konusudur.
Düzen karşıtlığı kısmen küreselleşme sürecinin de bir sonucu olabilir çünkü küreselleşme insanların denetleyemedikleri güçlere giderek daha fazla tabi olmaları anlamına geliyor. Ancak birçok toplumda düzen karşıtlığını yönetici sınıfların zaman içinde daha sömürücü bir konuma gelmiş olması da destekliyor. Piyasa ekonomilerinde az sayıda kişinin giderek büyük servet sahibi olduğunu görüyoruz. Piyasa mekanizmalarının nispeten zayıf kaldığı toplumlarda ise toplumun yarattığı servete siyasete egemen olan zümreler el koyuyor. Sonuç ise aynı: servetin büyük bölümü az sayıda kişinin elinde. Bunun da ötesinde, bazı toplumlarda ekonominin kötü yönetilmesinin sonuçları da popülist tepkiler doğuruyor.
Küreselleşmenin bu süreçte önemli bir rolü olduğu anlaşılıyor. Sorun küreselleşmenin kendisnden mi yoksa bizim onu uygulayış biçimimizden mi kaynaklanıyor?
Son yıllarda küreselleşme adeta sadece 'sermayenin dünyada serbest dolaşımını' sağlamaya odaklanan ekonomik liberalizm ideolojisi olarak yorumlanmaya başladı. Girişimcilik özgürlüğüne odaklanırken, sosyal boyutu çok eksik ve zayıf kaldı. Bunu Başkan Trump'ın politikalarında çok açık olarak görüyoruz; sağlık sigortalarını iptal etmeye çalışıyor, refah seviyesi daha düşük olanlar için parmağını kıpırdatmazken zenginden alınan vergileri düşürüyor ve çevresel koruma faaliyetleri yürüten kurumları ve çevre politikalarını ortadan kaldırmaya uğraşıyor. Diğer ülkelere baktığımızda da benzer sorunlar görüyoruz. Örneğin, bazı ülkelerde işletmelerin kapandığını ve daha karlı oldukları için başka ülkelere taşındığını görüyoruz. Verimlilik maksimizasyonu açısından bu eylemler arzu edilebilir nitelikte bulunabilir, ancak gerek bu işletmelerle çalışan insanlar gerek söz konusu toplumlar açısından hükümetlerin üzerine ihtimamla eğilmeleri gereken sosyo-ekonomik sorunların ortaya çıktığı görmezlikten gelinemez.
Bunun yanında, ucuz emeğin iktisadi bakımdan daha ileri toplumlardaki hizmetlerde çalışmaya yöneldiğini görüyoruz ki, bu türden bir coğrafi hareketliliği durdurmak çok zor görünüyor. Bu emeğin istihdam edildiği ülkelerde yaşayan insanlar çoğu zaman yanlış teşhisler yaparak göçmenleri işsizlik kaynağı olarak tanımlıyorlar, oysa göçmenler genellikle yerel halkın yapmayı reddettiği işleri yapıyorlar. Çoğu zaman, yerel emeğin iş bulamamasının nedeni, donanımlarının mevcut işlere uygun olmaması ve kendilerini belirli bir vasıflı işçi kategorisine yerleştiren kişilerin daha alt seviyede olduğunu düşündükleri işlere talip olmamasıdır. Sorunların kaynağı çoğu zaman göçmenler değil, işgücü piyasasındaki meydana gelen yapısal değişimlerdir.
O zaman, karşı karşıya bulunduğumuz durum, hükümetlerin gelişen ekonomik gerçekliklere uyum sağlayamamalarının bir ürünü müdür?
Hükümetlerin, sorunların ortaya çıktığı kadar hızlı bir şekilde çözümler üretemeyebileceği anlaşılabilir bir durumdur. Bazen hükümetler yerinde girişimlerde bulunabiliyor, örneğin insanlara yeni bir meslek kazandırmak için kurslar düzenliyor. Ancak insanları yeniden eğitme programlarına dahil etmek, ya da bir işe yerleşmek için başka kentlere taşınmalarını istemek kolay değil. Ancak çok önemli bir başka sorun daha var. Siyaset giderek sermaye yoğun bir faaliyete dönüşme eğilimindedir ki bu hakikat zenginlerin siyasi gücünün artması, maddi olanakları daha zayıf kesimlerin de siyasi güçlerinin zayıflaması anlamına gelmektedir. Tarihteki gelişmelere bakacak olursak, sermaye sahiplerini dengeleyecek karşı gücü oluşturanların işçi sendikaları olduğunu görürüz. Ancak günümüzde ekonomilerin yapısı değişmiş ve hizmet sektörü sanayiye karşı açık bir üstünlük sağlamıştır. Sanayi üretiminin ekonomideki payı sürekli azalmaktadır. Oldukça heterojen bir yapıya sahip olan hizmet sektörünü siyaseten bir çatı altında örgütlemek çok daha zordur. Hizmet sektöründeki mesleklerin heterojenliği ve aralarındaki gelir düzeyindeki farklarından dolayı, sosyolojik açıdan insanların kendilerini belirgin bir toplumsal sınıfa ait hissetmelerini sağlayacak ortak bir zemin bulmaları zorlaşmıştır. Dağınıklıkla malul bu sosyolojik çerçeve sıradan insanların hükümetten kapsamlı taleplerde bulunma yeteneklerini ellerinden alıyor. Karşınıza çok parçalı bir toplum ve bölük pörçük bir talep yapısı çıkıyor.
Bu popülistler için ideal bir durum gibi görünüyor. Toplumlarımıza ne tür zararlar verebilirler ve bu hasarı giderebilir miyiz?
Kalıcı hasarlarla karşı karşıya olup olmadığını henüz bilmiyoruz, ancak aşina olduğumuz liberal demokrasi ve kurumlarının bundan sonra işlemeyeceğinden endişe ediyorum. Gördüğümüz o ki, popülist liderler çoğu zaman demokratik olmayan hükümetler kurarken demokrasinin araçlarını kullanıyorlar. İngiltere ve ABD de dahil olmak üzere demokrasinin kalesi olarak algılanan toplumlarda bile, popülist liderlerin sevmediği şeylerden biri kurumlar ve kanunlar tarafından kısıtlanmak olduğu için demokratik yönetişime meydan okuyorlar. Mahkemeleri sevmiyorlar, bürokrasiyi sevmiyorlar ama emir vermeyi seviyorlar ve herkesin emirlerini yerine getirmesini istiyorlar. Umutlanmamıza imkan veren tek husus, eğer popülist yönetimler iktidarda yeterince uzun süreler kalamazlarsa, demokratik kurumlarının yaşaması ve yeniden canlanması mümkün olabilir. Ancak popülizm kök saldığında, hükümeti kurumsallıktan ve profesyonellikten uzaklaştırıyor. O zaman demokratik yönetişimin kurumlarını yeniden canlandırmak zorlaşıyor. Çok karmaşık bir sorun karşısındayız ve bununla yeterince ilgilendiğimiz kanısında değilim. Bütün zorluklara rağmen popülizm olgusu ve köklerini anlamalıyız ki, onun meydan okuması karşısında demokrasiyi korumanın yollarını bulmaya çalışalım.