Popülizm ve Brexit

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI [email protected]

Salı günü İngiltere Parlamentosu Başbakan T. May’in AB ile yapmış olduğu Brexit anlaşmasına onay vermedi. Hükümet güven oylamasına gitti, zor da olsa güven yeniledi. Brexit ilk ortaya çıktığında bizim sağcı politikacılarımız ile, onlar gibi düşünüp eli kalem tutanların bir kısmı, AB dağılıyor diyerek çok sevinmişlerdi. Sonuç tersi olacak gibi. İngiltere’nin sağcıları İngiltere’yi bölmek üzere.

Parlamentonun antlaşmayı red etmesi İngiliz halkını da, AB ülkelerinin vatandaşlarını da şaşkına çevirdi ve herkes şu soruyu sormaya başladı: Ne oluyor?

Ne Oluyor?

Küresel kriz onuncu yılını doldurdu. Fakat olumsuz etkileri halen devam etmekte. Başta ABD ve AB ekonomileri olmak üzere büyüme oranı düşmeye başladı. Krizin bu kadar uzun sürmesi ve yıkıcı sonuçlar doğurması, krizin çıkış nedenini göz ardı eden çözüm politikalarından kaynaklandı. Krizin sadece finansal bir kriz olarak algılanması, çözüme yönelik iktisat politikalarının geciktirilmesine ya da eksik uygulanmasına neden oldu. Bu da doğal olarak krizin maliyetini artırdı.

Krize yönelik politikaların oluşturulma sürecinde Almanya’nın da baskısı ile AB’nin krize müdahalesi ortodoks istikrar politikaları ile olunca borç yükü de üye ülkelerin önüne koyulmuştu. Bu AB’de önemli sorunlara neden oldu. Çünkü Yunanistan örneğinde öne çıktığı üzere borçların yeniden yapılandırılması ile kurtarılan aslında Yunanlılar değil, Yunan tahvillerinin %60’ına yakınını elinde bulunduran Alman ve Fransız bankaları idi. Bu durum AB üyesi ancak Euro Bölgesi dışında olan İngiltere ile AB arasındaki çatışmanın su yüzüne çıkmasına da neden oldu.

İngiltere'ye göre Brüksel AB'nin güdümünde!

İngiltere açık açık Brüksel’in Almanya’nın güdümüne girdiğini yüksek sesle dile getirmeye başladı. Borç yükünün bir ara İngiltere’ye günde 55 milyon sterline kadar yükselmesi, Muhafazakar Parti’yi de Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) çizgisine çekmişti. UKIP’nin AB karşıtlığına örtük destek veren Muhafazakar Parti’nin Başbakanı D. Cameron’un referandum öncesinde tersine bir eğilim içerisine girmesi de sonucu değiştirmedi ve Haziran 2016’da yapılan oylamada sandıktan İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı çıkmıştı.

İngilizler, siyasetçilerin kurduğu tuzağa düşerken, başta dönemin Başbakanı D. Cameron olmak üzere İngiltere’nin popülist politikacıları da kendi açtıkları çukura düştüler. Çünkü bu politikacılar AB’yi sadece bir ekonomik birlik olarak algılıyorlardı.

Algıları böyle olunca, AB projesinin birincil amacının dünyanın en çok savaşan kıtasına barış getirmek olduğunu, yani AB projesinin amacının mekânsal boyutta Avrupalı yaratmak olmadığını göremediler. “Zaten orada yaşıyorsanız mekanda Avrupalısınız demektir” savı öne çıkarken, İngiltere’nin sağcıları “gerçek Avrupalılık hangi mekan‐coğrafi boyutta olursanız olsun, Antik Yunan kültürüne ve Rönesans düşüncesine, 1789 Fransız devrimine sahip çıkmakla olur” düşüncesini unuttular.

D. Cameron, önce İskoçya’da bağımsızlık referandumundan galip çıkıp, üstüne genel seçimi de kazanınca adeta bir kumar oynayarak Brexit’i referanduma götürdü. Sonuçta ilk düşüncesinden (ayrılma) vazgeçse de, bunu halka anlatamadı. Oylamada Londra gibi mega kentler hayır derken, daha küçük yerleşim yerleri (kırsal alan) evet dedi, bir anlamda İngiltere’nin taşralıları kentlilerine üstün geldi.

Bu oylama sonucunda I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında ülkelerin, insanların, etnik‐dinsel çatışma tuzağına düşmemeleri, yaşlı kıtanın bir daha faşist yönetimlerin eline geçmemesine yönelik Jean Monnet’in ana hatlarını çizdiği ortak Avrupa düşüncesi (AB) de önemli bir yara almış oldu.

Almanya ve İngiltere AB içerisinde iç içe geçmiş ülkelerdi. Bunun en güzel örneği İngiltere’de 2.4 milyon AB vatandaşının yaşamasıdır. Yine AB ülkelerinde yaklaşık 800 bin İngiliz vatandaşı çalışıyor. Brexit’in altında sadece İngiltere’nin Brüksel’den bağımsızlık isteği yatmıyordu. Brexit yanlıları, AB’den ayrılarak (aynı zamanda kendi ülkeleri de önemli bir aktör olmasına rağmen) “küreselleşmeye” hayır dediklerini düşündüler. Bu söylemlerinin gerekçesi olarak küreselleşmenin İngiltere’de işsizliği artırdığını, bölgesel dengesizliğe neden olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu savlarına ek olarak ayrılmada iki sav daha öne çıktı:

- Küreselleşme ve çatışmaların etkisi ile artan göç sorunu,
- Avrupa’nın istikrarsız ekonomilerinin borç sorunu‐ya da borç tuzağı yaşayan Birlik ülkelerinin yarattığı mali yükün Birlik ülkelerince özellikle de Almanya, İngiltere ve Fransa tarafından yüklenilmesi gerektiği yönlü AB Yönetimi planlarının ne İngiliz Hükümeti, ne de İngiltere’de halkın muhafazakar bölümünce benimsenmemesi. Hatta bu kesimim radikal temsilcisi UKIP’in (UK Independence Party), düşünceleri İngiliz İşçi Partisi tarafınca da paylaşılmıştı.

Ne Olacak?

Tüm bu savlara rağmen Muhafazakar Parti’nin içi Brexit kararı sonrasında karıştı. D. Cameron koltuğunu kaybetti. T. May, Kuzey İrlanda Demokratik Birlik Partisi'nin (DUP) desteğini alarak azınlık hükümeti kurmak zorunda kaldı. May, yaklaşık bir buçuk yıl da hazırlanan Brexit antlaşmasını parlamento da kabul ettiremeyince o da koltuğunu yitirecek noktaya geldi. Bu sonucun çıkmasında Brexit ile, DUP’un Kuzey İrlanda’nın ülkeden kopacağı korkusu etkili oldu.
Brexit, tarihe popülist sağcı politikacıların sıradan yurttaşların en zayıf noktaları olan yabancı düşmanlığı, dinsel-ırksal kimlikleri kaşıyarak politika üretmenin uzun dönem de ülkelere nasıl zarar verdiğini gösteren bir olgu olarak geçecek. Avrupa bu örnekleri II. dünya Savaşı sonrası bıraktığını göstermek için AB yoluna çıkmıştı. Brexit bunun tam gerçekleşmediğini gösterdi.
İngiltere bunun maliyetini iktisadi ve siyasi olarak ödeyecek. Umarım diğer ülkeler (Türkiye’de) dinsel-ırksal popülist söylemin seçim kazandırabileceğini, ancak ülkelere kaybettireceğini görürler.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019