Politika faizleri rasyonel beklentiler dahilinde artırılmalı!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Merkez geçen senenin son gününden başlayan ve geçtiğimiz hafta devam eden müdahelelerinin resmi gerekçesini "döviz kurundaki iktisadi temellerden kopuk (yani, spekülatif) hareketlerin enflasyon beklentilerini bozmasına izin vermemek" olarak açıkladı. Nitekim Başçı da geçen hafta sonu yaptığı açıklamalarda bu konuda "Hiçbir şey yapmasaydık, büyük ihtimalle yıl sonunda 1.94 gibi bir yerlerde kapatma ihtimalimiz vardı, parite hareketlerine bağlı olarak ve bir anda 'kesinlikle bu 2 lirayı geçecek ve 2.5 mu olacak' diye kendi kendini besleyen bir kötü dinamiğe girilebilirdi. Onu kesmek gerekiyordu, ne pahasına olursa olsun." şeklinde bir yorumda bulundu.

Başçı bu sene TL'nın tekrar değer kazanmasını hedeflediğini de "Biz 2012 yılında Amerikan dolarını yeneriz Türk Lirası olarak. Bu çok iddialı bir laf, bunu bir kenara yazın" sözleriyle açık açık beyan etmiş bulunuyor. Böyle bir strateji izlemesinin ana sebebini de devaluasyon nedeniyle enflasyonun %10'un üzerine çıkmasının bu seneki enflasyon beklentilerini olumsuzlaştırması olarak açıklıyor. Bu senenin ilk yarısında devaluasyonun ikincil etkilerinin manşet enflasyonu daha da etkileyebileceğini, bunu bertaraf etmek için de senenin ilk yarısında TL'de belirgin bir revaluasyon (değerleme) oluşturmak istediğini özellikle belirtiyor. Kendi ifadesiyle "TL ne kadar değerlenirse, enflasyon Mayıs'tan önce o kadar erken düşmeye başlar."

Öncelikle şunu açıklığa kavuşturalım: Devaluasyon kalıcı bir enflasyona sebebiyet vermez. Evet, ilk aşamada doğrudan ithal girdilerin fiyatının artmasına, sonrasında da bu girdilere bağlı (ör: ulaştırma gibi) sektörlerde ikincil fiyat artışlarına sebep olur. "Kurun Geçişkenlik Etkisi" olarak ifade edilen bu mekanizma yaklaşık %20 oranında bir fiyat etkisi gösterir. (Yani TL %20 değer kaybederse bunun fiyatlar üzerindeki kümülatif etkisi %4 civarında olur.) Herkes de bunu bilir. Bu nedenle de enflasyon beklentileri özellikle de kötüleşmez. Nitekim, Eylül'de TÜFE %6.2 iken 12 ayın TÜFE beklentisi %6.83, Aralık'ta TÜFE %10.5 iken 12 ayın TÜFE beklentisi %7.1 olmuş. Yani, manşet enflasyondaki 4.3 puanlık artışa rağmen, beklentiler neredeyse kıpırdamamış.

Hem varlık, hem de yükümlülük tarafında hâlâ oldukça dolarize bir ekonomi olduğumuz dikkate alındığında devaluasyonun kendi kendini besleyen kötü bir dinamiğe girmesinin önüne set çekmek anlaşılabilir, ama enflasyon beklentileri kötüleşmemiş iken, TL'nin zayıflamış olması ile elde edilen rekabetçi kazanımları bir anda feda ederek, TL'na tekrar değer kazandırmaya çalışmak niye? Özellikle geçtiğimiz senelerdeki fazla döviz girişlerinin olmayacağı çok net olan böyle bir senede Merkez Bankası Başkanı'nın kalkıp "TL doları yenecektir" iddiasında bulunması piyasalara güven veren değil, aksine güveni azaltan bir açıklama oluyor. Ayrıca, çok daha düşük montanlarla döviz talebini kontrol etmek mümkün gözükürken, kalkıp 1 haftada 6-7 milyar dolar harcanması da analistleri ister istemez bu olguyu "ekstrapole" etmeye, yani "bu hızla giderse MB rezervleri ne zaman biter?" gibi bir noktayı sorgulamaya yol açmış gözüküyor. Bu bağlamda son günlerde "Merkez Bankası'nın rezervleri yeterli mi, yetersiz mi; rezervler brüt mü, net mi olarak hesaplanmalı; net olarak hesaplanacaksa hangi kalemler çıkarılmalı" gibi gereksiz tartışmalar da ortaya atılmış bulunuyor. Öyle de hesaplasanız, böyle de hesaplasanız Merkez Bankası'nın orta vadede kuru kontrol altında tutacak gücü var. Eğer Avrupa'daki kriz bir katastrof halini almaz ise, Merkez'in kurun gidişatını elinden kaçırması mümkün değil. Cari açık, yavaşlayan ekonomik aktivite ile birlikte bir miktar daralacak, bankaların dış borç çevirme oranları da %100 veya biraz daha altında devam edecektir. Ancak bu gene de senelik 50-60 milyar dolar bir açık anlamına geliyor. Bu noktada Sn. Başçı'nın "rasyonel beklentiler" literatüründen kendini bir an önce sıyırıp, (Başbakan'ı da ikna edip!) politika faizlerini "beklentiler dahilinde" bir an önce artırması gerekiyor. Böylece, resmen artan faizlerle ekonomik aktivite soğudu mu, soğuyacak mı tartışmaları da son bulacak, ve istendiği kadar olmasa da bir miktar sıcak para çekme imkanı doğacak. Bu şartlar altında, ve de 85 milyar dolar rezervle MB'nin kontrolü elden kaybetmesi imkansız gibi. Ancak.......

Ancak, daha uzun vadeli bir perspektiften değerlendirirsek, ekonomimizin kronik yüksek cari açık sorunu ve bunun yarattığı dış finansman bağımlılığı konusunda herhangi bir düzelme söz konusu olmayacak. Yani, her zaman olduğu gibi günü kurtaracağız ama geleceğe de çok umutlu bakamayacağız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019