Piyasa riskleri yeteri kadar fiyatlıyor mu?
Bugünkü PPK’da politika faizinde 100 baz puan bir indirim bekleniyor (ki gerçekleşme bunun üzerinde de olabilir) . Son dönemde faiz beklentileri Suriye meselesi paralelinde şekillenmekte. İlk operasyonun akabinde Trump’ın mektubu ve tweet’leri faizlerde indirim beklentisini tamamen ortadan kaldırmıştı. Şimdi de önce ABD, sonra da Rusya ile yapılan anlaşmalar sonrasında indirim beklentileri yeniden güçlendi. Ancak dış siyasette gelinen bu nokta, ekonomide de her şeyin düzelmekte olduğu anlamına gelmiyor.
Ekonomiyle ilgili yerli piyasa oyuncularının göz ardı etmeye çalıştığı gayet somut riskler var maalesef. (Burada “yerli” sıfatını kullanıyorum çünkü CDS düzeylerinden de rahatlıkla görülebileceği gibi, yabancılar hâlâ Türkiye’ye son derece ihtiyatlı yaklaşıyorlar.) Bunlardan birincisi enflasyonun seyri. Diyelim ki, bu sene YEP’de tahmin edilen yüzde 12 TÜFE rakamı tutturuldu. Acaba piyasa oyuncuları önümüzdeki sene enflasyonun uzun bir süre daha yüksek seyredeceğinin farkında mı? Ben son 15 senenin aylık ortalama enflasyonlarını Türkiye’nin “trend” enflasyonu olarak görüyorum. Son dönemlerde enflasyonun temel dinamiklerini değiştirecek yapısal reformlar da yapılmadığı için, bu trendin kısa sürede değişmesi de pek mümkün değil.
Eğer cari aylık enflasyon trend enflasyonla tam aynı seviyede gerçekleşse bile, TÜFE’nin tek haneleri görmesi Temmuz 2020’den önce olmayacak. Ancak piyasayı canlandırma çabaları ve ötelenen ancak artık yapılması zorunlu hale gelmiş olan zamlarla birlikte Mart ayından beri TÜFE aylık bazda trend enflasyonun ortalama 0.50 puan üzerinde seyretmekte. Belli ki, bu canlandırma uğraşları önümüzdeki aylarda da devam edecek. Diyelim ki, TÜFE trendin 0.30 puan üzerinde kaldı. O zaman da, 2020 sonunda bile TÜFE %12’nin altına inemeyecek.
Piyasanın gözardı etmeye çalıştığı bir başka nokta da dolarizasyon. Dolarizasyon (özellikle bizim gibi orta-büyük çapta bir gelişen ekonomi açısından) ciddi bir sorundur. Dövize olan talebi artırarak para politikasının işleyişini son derece zorlaştırır. Bu sorun halledilmiş değil, aksine üst üste gelen “önden yüklemeli” faiz indirimleriyle daha da ağırlaşmıştır. Son 1,5 ayda, döviz tevdiat hesaplar 7 milyar dolara yakın bir artış göstermiştir. Son 1 senelik artış ise 38 milyar dolar! (Tabii, bu süreçte yurtdışına plase edilen tasarrufların miktarı ise belli değil.)
Diğer bakılmamaya çalışılan konu ise bütçenin gidişatı. Vergi gelirlerindeki artış enflasyonun oldukça altında kalırken (Eylül: yüzde 6.8), faiz-dışı harcamalar ise oldukça üzerinde seyrediyor. (Eylül: yüzde 20.8). Geçen senenin ağırlıklı olarak son 3 ayında yapı izin harçları ve bedelli askerlikten toplamda 25.9 milyar gelir elde edildi. Bunların bu sene tekrarlanmayacak arızi gelirler olması nedeniyle son 3 ayda da bütçe açığı yüksek kalacak. Bu şartlar altında sene sonu bütçe açığı 140 milyara kadar çıkabilir. Bu da Hazinenin 15-20 milyar TL kadar ek finansman bulmasını gerektirecektir. Bu açığın iç piyasadan sağlanması faizler üzerinde baskı yaratır. (Herhalde, MB’nın değerleme hesabının kullanılması fikri de bu finansman ihtiyacından kaynaklandı.)
Bankacılık kesiminin takipteki alacakları, yeniden yapılandırılan krediler, ayrılacak 48 milyar TL karşılıklar, gerekecek olan sermaye artırımları, kamu bankalarının biriken görev zararları vs. gibi konuların da biraz geri plana atılmış olması bunların çözülmesi gerekliliğini ortadan kaldırmıyor.
Piyasa her zaman iyimser tarafta olmayı sever. Ancak, bu süreçte var olan riskleri de göz ardı etmemek gerekir.