Piyasa müdahaleleri ve çifte standart
Küresel ve ulusal düzeyde son yıllarda yaşanan gelişmelerden hareketle serbest piyasa ile demokrasi arasındaki ilişkinin tartışılması gerekiyor. Zira mevcut koşullarda serbest piyasadan yana olmanın demokrasiden başka bir deyişle büyük çoğunluğun olası tercihinden yana olmak anlamına gelmediğini, tam aksine otoriter bir anlayışın ürünü olduğunu görmek gerekiyor. Döviz kuruna ilişkin çıkar çatışmaları ve görüş ayrılıkları, demokrasi ile bugünkü serbest piyasa uygulamasındaki ıraksamayı gözler önüne seriyor. Demokrasinin bayraktarlığını yapıyormuş gibi görünmeye çalışanlar her ne hikmetse büyük sermaye ile büyük çoğunluğun çıkarları çatıştığında ilkinden yana olan taraftarlığı gizlemek adına konuyu piyasaya havale ederek çifte stadartlarını gizlemeye çalışıyorlar.
Ne demek istediğimizi daha iyi açıklamaya çalışalım. Örneğin ülkemizde döviz kurları yukarı gittiğinde piyasaya müdahale edilmesini isteyenler veya yapıldığında pasif bir tavırla destekleyenler, Türk Lirası aşırı değerlendiğinde benzer tavrı sergileyemiyor, çeşitli gerekçeler ile karşı çıkıyorlar; üstelik böyle bir yaklaşımı çifte standart saymayı dahi düşünmüyorlar... Veya ABD'nin kendi ekonomisine sürekli müdahale etmesine rağmen Çin'e tam aksini tavsiye etmesini serbest piyasa ve demokrasi açısından açıklamak zorlaşıyor!.. Yine ülkemizde her fırsatta milli iradeden yana tavır alanlar büyük sermaye ile milletin çıkarları çatıştığında topu taca atarak kararı piyasaya bırakıyorlar.
Bugün için serbest piyasa mekanizmasının kendi ayakları üzerinde duramadığı, kıt kaynakları etkin dağıtamadığı ve günü kurtarmak pahasına sorunları ağırlaştırdığı gayet iyi biliniyor. Gelir dağılımındaki bozulma ve rekabet koşullarındaki olumsuzlaşmanın, sistemik riskteki artışın tesadüf olmadığı gayet iyi biliniyor. Bu açmazın büyük sermaye ile geniş kesimler arasındaki çıkar çatışmasından ve somut sisteminde ilk grubun kontrolünde olmasından kaynaklandığı bilinçli şekilde görmezden geliniyor. Daha da önemlisi büyük çoğunluğu yönlendirebilmeye devam edebilmek adına görsel ve yazılı basın denetim altına alınıyor, geniş kitlelerin yaşamak zorunda kaldıkları ve yaşayaacakları sıkıntıların sebebi konusunda bilinçli olmaları istenmiyor. Özetlemek söyleek gerekir ise büyük sermayenin kontrolündeki kitle iletişim araçları geniş kitleleri yönlendirmek ve gerçekleri öğrenmelerini engellemek amacı ile kullanılıyor. Çin, Rusya gibi ülkeler de kendi ekonomilerinde benzer bir oyunu oynuyor; çıkarlar çatışınca çelişki ortaya çıkıyor, evdeki hesap tutmayınca karşı tarafa kendi yaptığını yapmaması için baskı kurma çabaları devreye giriyor, fakat sonuç alınamıyor.
Birileri çıkıp sistemi korumaya çalışmanın geniş kesimlerin de çıkarını yansıttığını iddia edip, mevcut serbest piyasa ve demokrasi pratikleri konusunda herhangi bir çelişki olmadığını iddia edebilir. Fakat sorunları ağırlaştırmak pahasına günü kurtarmanın ve gerçekleri geniş kesimlerden gizleyerek onları vesayet altına almaya çalışmanın, serbest piyasa ve demokrasi kavramlarının tükenmesi anlamına geldiğini itiraf edemez. Neden kendisi gibi düşünmeyenlere tahammül edemediğinin hesabını veremez.
Yine örnek verelim, kolon kırıkları olan bir bina konusunda doğru yaklaşım yıkıp yeniden yapmaktır. Günü kurtarmak pahasına sorunları ağırlaştırmak da aynı anlamdadır, o sistem fiilen bitmiştir, halkın bu gerçeği bilmesi yenisinin yapılmasını desteklemesi için şarttır. Gerçekleri geniş kesimlerden gizlemek ise onları çökmek üzere olan bir binada oturmaya ikna etmek için yalan söylemektir. Eğer herhangi bir çıkar çatışması yok ise hangi sebeple böyle bir tercih ortaya çıkabilir?
Küresel düzeyde piyasa mekanizması hastadır; kurun belirlenmesini piyasaya bırakmak geniş kesimleri büyük sermayenin insafına terketmek, başka bir deyişle ciğeri kediye emanet etmektir... Evet korkular akıl tutulması yaratıyor ve korkunun ecele fayda etmeyeceği çoğu zaman olduğu gibi unutuluyor...