Piyasa ekonomisi, etik ve hukuk
Serbest piyasa ekonomisi, gerek inovasyon ve yüksek katma değer yaratma nitelikleri ve gerekse verimlilik açısından üstünlüğü tartışmasız kabul edilen çağımızın ekonomik sistemi. Ama onu, başındaki “serbest” sıfatına dayanarak tamamen başıboş bırakmanın sakıncalarını geçmiş dönemlerin vahşi kapitalizminde insanlık fazlasıyla yaşadı.
Piyasa ekonomisinin, etik ve özellikle de hukuki kurallara bağlanması zorunluluğu yine günümüzün tartışmasız kabul edilen bir başka gerçeği. Önemli olan bu kuralların neler olması gerektiği ve dozajı. Bir yandan piyasa ekonomisinin üstünlüklerini ortaya çıkarabilmesi için özgür olması; diğer yandan da bu özgürlüğün kötüye kullanılmasını engellemek için kurallara bağlanması gerekiyor.
Piyasa ekonomisinde özgürlüğün sınırları ile kuralların etik ve hukuki gereklerini, ülkemizin “işletme ekonomisi filozofu” olarak nitelendirmek istediğim Ege Cansen, aşağıdaki çarpıcı sözlerle dile getiriyor:
“Her sanayici ve işadamı işinden azami kar etmeyi amaçlar. Meşru bir faaliyet sonucunda bu kesinlikle ayıp değildir.
Ekonomide ayıp olan zarar etmektir… İş adamları tüketicilere acımasın. Sıkıyorsaistedikleri kadar zam yapsınlar (kar etsinler, TM). Ama şunları yapmasınlar:
• Para batırmasınlar!
• Devleti (yani milleti) soymasınlar!
• Ürün kalitesinde halkı aldatmasınlar!
• Vergi kaçırmasınlar!
• Tekelcilik yapmasınlar!”
Ege Cansen konuya ilişkin yukarıdaki görüşlerini, yine çarpıcı bir şekilde, şöyle bağlıyoruz “Karsız firma arsız olur!”.
Evet, önemli olan firmaların karlı olmaları; arsız olmamaları. Piyasa ekonomisinin serbestliği,işletme karlarının arttırılmasının yollarını açacak; ama özgürlüklerinin arsızlık yapmalarını önleminin yolu da etik ve hukuki kurallar olacak. Bu kurallara uyulmasını sağlayacak bağımsız ve özgür bir hukuk sisteminin varlığı olacak.
Fransa’da 1997-2002 yılları arasında Başbakanlık yapan, ayrıca 1995 ve 2002 yıllarında iki kez Sosyalist Partiden Cumhurbaşkanlığı adayı ve halen Fransa Sosyalist Partisi üyesi olan, saygın bir siyaset adamı, LionelJospin’in serbest piyasa ekonomisine ilişkin görüş ve değerlendirmeleri de şöyle:
“Zenginlik yaratmak açısından serbest piyasa ekonomisinin üstünlüğü açık olarak kanıtlanmıştır. Ancak bu gerçek, bizim piyasayı kendi başına bir değer olarak görmemizi gerektirmez. Piyasa verimlilik için bir araçtır; ama yalnızca bir araçtır. Bu nedenle piyasa kurallara bağlanmalı ve toplumun hizmetinde kalmalıdır. Piyasanın varlığı, toplumun sosyal kontrat talebini dışlayamaz.”
Jospin bu değerlendirmesini şu sloganla netleştiriyor ve tamamlıyor: “Piyasa ekonomisine evet; piyasa toplumuna hayır!”
1988 yılı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi olan Fransız bilim adamı Maurice Allais’in, serbest piyasa ekonomisine ilişkin değerlendirmesi ise şöyle:
“Liberal ekonominin müdahaleci ekonomiye üstün olduğuna, pazar ekonomisinin daha adil bir fiyat sistemi getirdiğine, kaynakların çarçur edilmesini önlediğine, tekniklerde gelişme sağladığına ve halkın hayat seviyesini yükselttiğine inanıyorum.
Gelişmekte olan ülkeler için de, pazar ekonomisinin, ekonomik ve sosyal kalkınma yolunda en sağlıklı tercih olduğunu savunuyorum.
Ancak şu hususu da altını çizerek vurguluyorum: Hiçbir ekonomik sistem, eğer halkın büyük bir bölümü üzerinde dayanılmaz insani ve sosyal etkiler yaratıyor ve kurbanlarının bunda kişisel bir sorumlulukları bulunmuyorsa, ahlaki bakımdan kabul edilemez.”
Mali piyasalardaki operasyonları ile büyük servetlere ulaşan George Soros’un konuya ilişkin değerlendirmeleri de oldukça ilginç:
“En güçlülere hayat hakkı tanımak, bir toplumun ana ilkesi olamaz. Piyasa fundamentalizmi ile ekonomik değerler tüm politik ve sosyal değerlerin önüne konamaz.”
Saros, bu görüşlerini aşağıdaki değerlendirme ile tamamlıyor: “Piyasanın görünmeyen elinin yanına bir de görünmeyen yürek (burada vicdan da diyebiliriz, TM) konmalıdır.” dedikten sonra devam ediyor: “Davos men ile Seattle men barıştırılmalıdır.” (Bu son sözlerin aşağıdaki bilgiyle tamamlanması yerinde olur: 2001’de Davos toplantısında serbest piyasa ekonomisi aşağı yukarı tüm toplantılarda ön plana çıkmıştı. Bir yıl önceki, 2000’de Seattle’da yapılan Dünya Ticaret Örgütü toplantısında ise Amerikalı gençler tarafından kapitalizme ve onun simgesi olarak algılanan Dünya Ticaret Örgütü toplantısına karşı önemli eleştiriler getirilmiş, nümayişler yapılmış ve hatta polisle çatışmalar olmuştu. Ben de, Rekabet Kurumu Başkanı olarak bu toplantıya katılmıştım ve ilk kez, henüz Türkiye tanışmamışken, biber gazı ile tanışmıştım).
1974 yılı Nobel Ekonomi ödülü sahibi Friedrichvon Hayek’in görüşleri ise şöyle:
“Liberal ekonomide düzen, aynen doğada olduğu gibi, karmaşadan doğar. Milyonlarca birbirinden bağımsız karar ve bilgi birimleri, karşılıklı etkileşim sonucunda düzensizlik değil, muhteşem bir düzen doğurur.”. Yeter ki bu düzeni, Tanrı’nın ilahi nizamı korumaya çalıştığı dini kitaplardaki ayetler gibi, hukuki kurallarla da koruyalım. Bu düzenin tekelleşmelerle ve kartelleşmelerle, güç odaklarıyla, yolsuzluklarla bozulmasına meydan verilmesin.
Etik kuralların geçersiz olduğu, hukuki sistemi oturmamış bir piyasada neler olabileceğini ülkemizde de yıllardır yaşıyoruz. 27 yıl önce, bir gazetecinin Mısır Çarşısı’nda bir esnaf ile yaptığı röportajdaki değerlendirmeler şöyle (Güneş Gazetesi, 15.02.1987):
“Eskiden açık hesap mal verirdik. Cuma günleri tahsilata çıkmak bir zevkti. Herkes sözünde durur, borcunu zamanında öderdi. Bugün ise tahsilata çıkmadan önce insanın midesine sancılar giriyor. Bundan 30 yıl önce, senedi protesto olmuş bir tüccar, işyerine gelirken yüzünü göstermemek için paltosunun yakasını kaldırır, gizlenmeye çalışırdı. Bugün ise protesto olmak sanki bir ticari itibar gibi gözüküyor.”Artık onlara başarılı işadamı, işini bilen girişimci diyorlar ve gençlere maalesef onlar örnek oluyor.
Bugün, 27 yıl sonra geldiğimiz yer herhalde çok daha iyi bir yer değil. Uyulmayan etik kuralların yerine uyulması müeyyideye bağlanmış hukuki kuralların konması gerekiyor.
Bunun da yolu muhakkak ki bağımsız ve özgür, adil bir hukuk düzeninin oluşturulmasından, bir hukuk devletinin varlığından geçiyor. Hukuk devleti insan haklarına dayanan, en önemlisi kendi koyduğu kurallara kendisinin de bağlı olduğu devlettir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı tartışılmaz ve vazgeçilmez ilkelerdir. Hukuk devleti anlayışında ne yasama ne de yürütme erki denetimsiz ve sınırsızdır.Yasama da yürütme de hukukla bağlıdır ve denetime tabidir.