Pittsburgh Zirvesi
Bugün ve yarın ABD'nin Pittsburgh şehrinde G-20 ülkeleri zirvesi gerçekleşecek. Bilindiği gibi G-20 1999 yılında o dönemde yaşanan ve Uzak Doğu ülkelerinin neredeyse tamamını etkisi altına alan uluslararası kriz sonrasında oluşturulan ve 19 büyük ülke ile Avrupa Birliği temsilcilerinden oluşan bir örgüt. G-20 aslında daha önce kurulmuş olan G-7'nin küresel çaptaki kararlar için yetersiz kalması üzerine yapılandırılmıştı. Zaten, kurulduğundan beri geçen 10 yılda G-7 dışında kalan G-20 ülkelerinin Dünya ekonomisindeki payı da giderek artış gösterdi. Bugün itibarıyle Dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisini barındıran G-20 ülkeleri Dünya ticaretinin de %80'ini gerçekleştirmekte.
Hatırlanacağı gibi örgütün ülke liderleri düzeyindeki en son zirvesi Nisan ayında Londra'da yapılmıştı. Pittsburgh Zirvesi ilk defa böyle uluslararası nitelikteki bir organizasyona ev sahipliği yapacak olan ABD Başkanı Barrack Obama için de oldukça önemli. Küresel ekonomik çalkantının pek çok konuda ülkelerarası işbirliğine olan ihtiyacı had seviyeye taşımış olması nedeniyle bu toplantıda kendisine çok iş düşüyor. Ayrıca, iktidara geldiğinden beri Obama kendi ülkesi içinde belirgin bir hayal kırıklığı uyandırdı. Zaten baştan beri kendisinden pek haz etmeyen Cumhuriyetçileri bir kenara bırakırsak, kendi partisi içinden pek çok kanat da gerek finansal kriz, gerekse de Obama'nın en önemli seçim vaatlerinden biri olan tüm vatandaşları kapasayan bir sağlık sigortası reformu konusunda Cumhuriyetçi Parti ile gereksiz diyaloglara girdiğini ve bazı kararlarında büyük sermayenin esiri olduğunu düşünüyor. Bizim medyada pek yer bulmasa da sağlık sigortası konusunun uzun bir süredir sürümcemede kalması ve özel sektörle hem rekabet edecek, hem de bir bakıma onu islah edecek bir kamusal sigorta seçeneğinin dışlanmış olması Obama'ya ülke içinde oldukça puan kaybettirdi. Bu nedenle, kendisinin Pittsburgh'da iyi bir performans sergilemesi kariyeri açısından da önemli.
Pek çok Avrupalı lider Nisan ayında düzenlenen Londra zirvesinden beri Obama Hükümeti'nin özellikle küresel iklim değişimi ve küresel mali yapının yeniden şekillendirilmesi konularında yeteri kadar ilerleme kaydetmediğini düşünmekte. Obama'nın bu konularda daha pro-aktif bir yaklaşım sergileyerek, örneğin üye ülkelerde fosil yakıt kullanımına ve elektriğe verilen teşviklerin kaldırılmasını önermesi gerekiyor. (Tabii, böyle bir önerinin pompa fiyatı olarak Dünya'daki en ucuz benzine sahip bir ülkeden gelmesi, önerinin kabul edilebilirliğini de azaltan bir faktör.)
Bir başka önemli konu, kriz karşısında şimdiye kadar ortalama olarak milli hasılalarının %2'si kadar "canlandırma paketi"ni devreye sokmuş olan üye ülkelerin maliye politikalarını gereğinden önce sıkılaştırmamaları ve sıkılaştırma yapılacaksa bile bunun koordineli bir şekilde gerçekleştirmesinin sağlanması olacak.
Krizin ortaya çıkışında önemli bir etkisi olduğu düşünülen küresel dengesizliklerin bertaraf edilmesi de diğer bir önemli bir gündem maddesi. Bilindiği gibi, özellikle ABD'nin yüksek ve sürdürülemezliği krizle birlikte kanıtlanmış olan tasarruf açığı vermesi ve bunun karşısında başta Çin olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülkenin de tasarruf fazlası güden politikalar izlemesinin artık terk edilmesi gerekiyor. Bunun için Çin'in ihracata dayanan büyüme modelini değiştirerek ülke içindeki tüketimi artırması ve ABD'nin de ülke içi tasarrufları ve ihracatını artıran politikalar izlemesi şart. Ancak bu yeni düzenin Dünya toplam ticaret haddini azaltmadan ve ülkelerin potansiyel büyüme oranlarını düşürmeden sağlanması zorlu bir handikap teşkil ediyor.
Finansal mimarinin şekillendirilmesi konusundaki en önemli gündem maddesi türev ve 2. piyasa ürünlerinden oluşan ve "gölge bankacılık sistemi" adı verilen yapının sıkı denetim altına alınması ve bankacılık sermaye rasyolarının hesaplama yönteminde sistemdeki kaldıraçı azaltacak şekilde yeni bir düzenlemeye gidilmesi. Türkiye açısından bakıldığında ise, bankacılık sistemimizin sermaye rasyosunun %19.8 ile gelişmiş ülke ortalamalarının çok üzerinde olması ve türev enstrumanların yaygınlaşmamış olması bir avantaj teşkil etmekte.
Obama'yı Pittsburgh'da zorlayacak konulardan bir başkası da özellikle Sarkozy başta olmak üzere Avrupalı liderlerin bankacılık ve finans kesimi yöneticilerine ödenecek primlerin sınırlandırılması konusu olacak. Avrupalı liderler bu konuda bir yıl içinde verilecek prim miktarının o senenin toplam maaşından daha fazla olmaması gibi bazı kısıtlamalar getirilmesini istiyor. Obama ise (bazılarına göre gene lobby gruplarının baskısıyla) primlerin ancak sermaye rasyosu düşük olan bankalarda limitlenmesi gibi daha ılıman bir yol izlemek istiyor. Öte yandan, zirveden bu konuyla ilgili nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, Türk bankacılık sisteminde bir sorun yaratmayacağı ise kesin. Nitekim, geçenlerde, prim sistemini uygulayan büyük bankalarımızdan birinin bizzat genel müdürü bu konunun problem olmayacağını ifade etmekteydi!