PISA araştırması ve okul satışı
Önceki hafta OECD bünyesinde orta öğrenim düzeyindeki öğrencilerin entelektüel kapasitelerini ölçmeye yönelik olarak üç yılda bir gerçekleştirilen PİSA (Programme for International Student Assessment), Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'nın sonuçları açıklandı.
Belki hatırlarsınız 2009 Mayıs ayında Prof. Dr. Türkan Saylan'ın vefatının hemen ardından PISA araştırmasından söz etmiş ve 2006 yılında gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına göre hem matematik, hem fen, hem de dil becerileri açısından Türkiye'nin 30 OECD ülkesi arasında 29'uncu sırada bulunduğuna dikkat çekmiştik. Bu sonuçlara göre yalnızca Meksika'nın üzerinde bulunan Türkiye'nin bu eğitim kalitesiyle rekabet gücü elde etmesinin mümkün olmadığını belirterek, önümüzdeki yıllarda rekabet gücünü daha da kaybetmesinin söz konusu olabileceğinden söz etmiştik. İşte 2009 yılında tekrarlanacağını duyurduğumuz araştırmanın merakla beklediğimiz sonuçları 7 Aralık'ta açıklandı. 15 yaşındaki yaklaşık 5 bin çocukla gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına göre, okuma-anlama becerileri konusunda en yüksek puan 556, en düşük puan 314. OECD ortalaması 493. Türkiye 464 puan ile sondan 3'üncü durumda. Fen okuryazarlığı konusunda ise en yüksek puan 575, en düşük puan 415, Türkiye 454 puan ile sondan 2'nci. Matematik alanında da sonuç değişmiyor. Matematikte en yüksek puan 600, en düşük puan 415, Türkiye 445 puanla yine sondan 2'nci. Araştırmanın detaylarını merak edenler Milli Eğitim Bakanlığı'nın Eğitim Araştırma Geliştirme Dairesi internet sayfasından (<http://earged.meb.gov.tr/>) PISA 2009 Ulusal Ön Raporu'nun tam metnini indirebilirler.
2009'daki yazımızda, Uluslararası Kalkınma Yönetimi Enstitüsü tarafından, 329 ayrı kriter baz alınarak hazırlanan Dünya Rekabet Yıllığı verilerine göre, Türkiye'nin 57 ülke içinde 47'nci sırada yer aldığını, "Eğitim" alt başlığındaki sırasının ise 57 ülke içinde 52'nci olduğuna dikkat çekmiş ve "Bu eğitimle rekabet olmaz" demiştik.
Bu yazının üzerinden iki ay bile geçmeden İstanbul'un Boğaziçi ve diğer değerli bölgelerindeki ilk ve orta öğretim okullarının, üniversite binalarının turizm tesisi ve AVM olarak kullanılmak üzere satışa çıkartılacağı yolunda haberler çıkmıştı. Bu haberler üzerine de İstanbul'u bir gayrimenkulden ibaret gören zihniyeti eleştirmiştik. O günlerden bugünlere söz konusu okullarla ilgili henüz bir satış gerçekleşmedi, ama okulların tasfiyesine yönelik öğrenci azaltılması veya kentin uzak bölgelerinde okul kampüsleri inşa edilmesi gibi bir dizi hazırlık çalışması gerçekleştirildiğini haber alıyoruz.
Geçtiğimiz çarşamba günü Radikal Gazetesi'nde "Öğrenciden temiz, kelepir okul" başlığıyla çıkan haberde aynı konuya yer veriliyordu. Haberde, "Okuluma Dokunma İnisiyatifi", okulların ve öğrencilerin kent yaşamından, mahallelerden uzaklaştırılmasından en büyük zararı yoksul çocukların ve özellikle de kız çocuklarının göreceğini vurguluyordu. "Okuluma Dokunma İnisiyatifi", adından da anlaşılacağı gibi, kentin okulsuzlaştırılması ve okulların kentsizleştirilmesine karşı mücadele veren ve 2009'da dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler'in sözünü ettiğimiz açıklamasıyla başlayan gelişmeler üzerine oluşan bir sivil örgütlenme...
Aynı haberde görüşlerine başvurulan İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız ise okul satışı düşüncesinin arkasında gayet soğukkanlı bir şekilde durarak "Meslek liselerinin şehir merkezlerinden uzaklaştırılması, bu çocukların eğitim haklarını ellerinden almıyor mu? " sorusunu şu sözlerle yanıtlıyordu: "Neden öyle düşündünüz ki? Hangi liseye servissiz gidiliyor artık? Bizim yapacağımız şehrin ana arterlerini boşaltmak… Şehrin trafiğine de katkıdır. Kişilerin aleyhine bir durum olmayacağı gibi birçok avantajı da getirecektir. "
Milli Eğitim Bakanlığımız, 2009 PISA araştırmasında çocukların aldığı puanların 2006'ya göre 15-20 puan arttığını belirterek bunu bir "başarı" olarak kabul ediyor ve kendine bir pay çıkartıyor. Belli ki Milli Eğitim yönetimi sorumlu oldukları konuda OECD ülkeleri arasında "son üç" arasına girmemizden rahatsız değil. Belli ki, Milli Eğitim yönetimi 5-10 yıl içinde o basamakları beşer onar atlayamazsak önümüzdeki 40-50 yılda dünya rekabetinde ve gelir düzeyinde bir alt lige düşeceğimizden de haberli değil.
Ülkemizin Milli Eğitim Bakanlığı, 30 yıldır aynı zihniyetin elinde ve bu zihniyet eğitim kalitemizi de rekabet gücümüzü de OECD'nin dibinde tutuyor. Kent içindeki okulların, arsalarının alışveriş merkezi haline getirilmesine veya tarihi değeri olan okulların otele dönüştürülmesine karşı çıkmayı aklından bile geçirmeyen, bir okula salt arsa veya bina olarak bakan, kent içinde yaşayan yoksul çocukları şehrin en ucundaki kampüslere saatlerce süren trafikte taşımayı çok normal gören bir Milli Eğitim bürokrasisinden başka ne beklenebilir ki zaten.