Pilli bebeklerin ekonomisi...
Geçtiğimiz hafta genelinde finans piyasalarımızda yaşanan gelişmelere baktığımızda, iyimser ve spekülatif karakterli kısa vadeli eğilimlerin etkili olduğunu gördük. Türk Lirası diğer paralara karşı kısmen değerlendi. Banka hisseleri öncülüğünde İMKB alıcılı bir görüntü sergiledi ve devlet iç borçlanma senetlerini mevcut düzeylerini korudu. Gerek küresel düzeyde esen rüzgarların, gerekse içeride açıklanan büyüme ve ihracat vergilerinin bu süreçte etkili olduğu iddia edildi. Risk alma isteğini azaltabilecek nitelikteki olumsuzluklar ise unutuldu veya unutturulmaya çalışıldı.
Finnasal piyasalardaki eğilimleri bir kenara bırakıp, ekonomi cephesinde yaşananlar irdelemeye çalıştığımızda belirsizlik ve kırılganlığın azalmadığına tanık oluyoruz. Yunanistan'ın durumunda herhangi bir değişiklik yok ve AB bankacılık sisteminin aktif yapısındaki olumsuzluk daha sık konuşulacak gibi görünüyor; enflasyon ve faizlere ilişkin endişeler bu olumsuzlukta belirleyici olabilir. Mart ayı ihracat rakamının bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 34.3 oranında artarak 9.5 milyar dolar düzeyini aşması olumlu, fakat söz konusu eğilimin korunması pek mümkün olmayabilir. AB pazarına ilişkin belirsizlik ve yerli üretimin rekabet koşullarındaki olumsuzluklar olumlu düşünmeyi zorlaştırıyor. 2009 yılı son çeyek dönemine ilişkin Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan yüzde 6'lık büyüme rakamının detayları ise dikkatli olmayı gerektiriyor.
İhracat ve büyüme rakamlarına yansıyan hareketlilik enflasyona ilişkin endişeyi tırmandırıyor. Kriz nedeniyle fiyatlara yansıtılamayan maliyet artışları daha seri bir şekilde devreye giriyor.
Geçtiğimiz hafta içinde yaşanan gelişmeler ile finansal piyasalardaki eğilimler arasında büyük bir çelişki ve tutarsızlık var. Zira gelişmeler bir yandan maliyet kökenli enflasyon baskısını besleyecek, diğer yandan rekabet koşullarını olumsuzlaştırarak faaliyet gelirlerini eritecek başka bir deyişle yeni bir daralmayı tetikleyecek unsurları bünyesinde besliyor. Bu durum normalde risk alma yatırım yapma isteğini azaltması gereken, özellikle bankacılık sektörüne mesafeli kalınmasını gerektiren bir ortam yaratıyor. Normalda borsamız banka hisseleri öncülüğünde geriliyor olması benzerinin küresel düzeyde yaşanması beklenebilirdi. Ancak tam aksini görüyoruz, borsa banka hisseleri öncülüğünde yükseliyor! Bu koşullarda mali sistemin göründüğü veya gösterildiği gibi olmadığı olasılığını hep aklımızda tutmamız ve tüm hesaplarımızı buna göre yapmamız gerekiyor!..
Enflasyon ve devamında faizlerin yükselmesi yönündeki beklentiler güçlendikçe hiçbir şey eskisi gibi olmamaya başlar ve tüm ekonomiyi sarsar; kısa vadede en büyük tahribat ise inansal kesimde yaşanır. Bu nedenle söz konusu sektör günü kurtarmaya odaklanma konusuna daha hassastır ve her şeyi olduğundan farklı göstermek zorunda kalır, büyük çaba harcar, ilkelerini tüketerek aslını inkâr etmeye başlar; durum kırılganlaştıkça etkili ve yetkili kesimlerden destek görür. Yerli paranın değerlenmesi yolu ile beklentilerin farklılaşması bu süreçte gündeme gelir, bu yolla enflasyon ve faiz yükselişi bir süre geciktirilebilir, fakat azalan rekabet gücü nedeniyle sorunlu krediler hızla tırmanmaya başlar.
Bu durumu da gizlemek için borçlar düzenli olarak yapılandırılır, mali sistemin aktif büyüklüğü artar, fakat kalitesi hızlanan bir şekilde geriler. Asıl önemlisi bu süreç enflasyonist dinamikleri daha seri bir şekilde harekete geçirir. Geniş kesimlerden gizlenen sorunlar ne kadar büyük ise sonuçta yaşanacak krizin tahribatı da o kadar büyük olur.
Enflasyon ve devamında faizlerin yükselmesi bankacılık gibi yüksek kaldıraçla faaliyetini sürdüren sektörler ve yine aynı şekilde faaliyet dışı gelir yaratan varlık balonları için en büyük tehdittir. Dünyayı sarsan son krizin anatomisi daha varlıklı değildir ve aynı hataların tekrarlanması durumunda sonuç değişmeyecektir. Enflasyon ve faiz yükselişinin finansal yapıyı ve varlık değerlerini olumsuz etkilememesi mümkün değildir. Hal böyle olunca soralım dünyada ve Türkiye'de maliyet kökenli baskılar artar ve Türk Lirası değerlenir iken ülkemizdeki banka hisseleri nasıl olup da değerleniyor? Olması gerekenin aksi yönündeki bu durum Sermaye Piyasası Yasası açısından suç sayılan manipülasyon kapsamına girer mi? Girerse SPK neden seyretmek dışında bir şey yapmıyor?..
Kısa vadede günü kurtarmak, risk alma isteği yaratmak, sürdürülebilir olmadığı bilinen rotada bir süre daha ilerlemek gibi gerekçeler örgütlü suçu yaratıyor ve halktan-adaletten uzaklaşılıyor. Birileri kendini toplumun hizmetkârı olduğunu unutup, efendisi gibi görmeye başlayınca her şey değişiyor!..
Evet bu hafta başında mart ayı enflasyon rakamları açıklanacak, ancak enflasyon konusunun önümüzdeki yılların en büyük tehdidi olduğu konuşulmayacak. Bazı kesimler ile toplum arasında derinleşen çıkar çatışması yine gizlenecek, örgütlü kesimin "pilli bebek"leri masal anlatmayı sürdürecek...