Petrol fiyatlarındaki artış otokratik Yönetimlere yarıyor

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Libya'da halkın 42 yıllık diktatörlüğe başkaldırması sonucu varil fiyatı son iki yılın en yüksek düzeyine ulaşan petrol, dünyanın yeniden bir ekonomik kriz içine girip girmeyeceği tartışmalarını bir anda alevlendirdi. Petrol fiyatlarındaki artış, yakın geçmişte yaşanan tüm ekonomik krizlerin en önemli nedenleri arasında yer alıyor. Hatırlamakta yarar var; petrol fiyatlarının neden olduğu ilk kriz 1973-74 yılında Petrol İhracatçısı Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) üretime koyduğu ambargoyla başlamıştı. Petrol fiyatlarındaki artışın yol açtığı enflasyonla birlikte ortaya çıkan resesyon, o zamana değin ekonomik politikalara yön veren Keynesyen iktisadın sorgulanmasını da beraberinde getirdi. 1979-1980'deki fiyat artışının arkasında ise İran'da Şah'ın devrilmesiyle ortaya çıkan üretim azalması vardı. Sonuncusu ise 2000'lerin başında Çin ve Hindistan gibi yükselen piyasa ekonomilerindeki talep artışının yetersiz üretim kapasitesiyle birleşmesinden kaynaklanmıştı.

Libya'daki olaylar, petrol üreticisi diğer ülkelere doğru yayılmadıkça yeni bir resesyona yol açması olanaksız. Günlük üretimi, dünya üretiminin yaklaşık yüzde 2'sine karşı gelen Libya'nın tek başına buna gücü yetmez. Buna rağmen, OPEC'in en güçlü üyesi Suudi Arabistan günlük üretimini arttıracağını açıklayarak piyasaları rahatlatmaya çalıştı. Son yıllarda üretime açılan yeni kuyularla bu ülkenin toplam üretim kapasitesi günde 12.5 milyon varile ulaşmış bulunuyor. Bunun şu anda kullanılan kısmı ise 8 milyon varil, yani kullanılmayan 4 milyonluk bir kapasite var. Suudi Arabistan'ın üretimi arttırarak olası bir krizi önlemeye çalışmasının altında ise muhtelif düşünceler yatıyor. G-20 ve diğer uluslararası kuruluşlarda daha fazla söz sahibi olmak istemesinin dışında, ekonomik büyümeyi ve buna bağlı olarak petrol talebini canlı tutmak ve alternatif enerji kaynakları alanında yapılacak yatırımları yavaşlatmak bunlar arasında sayılabilir.

Aslında petrol fiyatlarındaki artışı, Arap ülkelerinde meydana gelen olaylara bağlamak ne derece doğru? 2008'de inişli çıkışlı bir seyir izleyen fiyatlar, 2009 yılından bu yana sürekli artıyor. Bunda, başını Çin ve Hindistan'ın çektiği yükselen piyasa ekonomilerindeki yüksek büyümenin neden olduğu talep artışlarının payı büyük. Arzda bir artış olmadığı sürece, ekonomilerin büyümesiyle birlikte fiyatlar da artacaktır. Peki, fiyatlar artmaya devam ederse ne olur? Enflasyon ve işsizlik artar, üretim düşer. İşsizliğin hala en önemli sorun olarak varlığını sürdürdüğü günümüzde, petrol fiyatlarındaki artışın işsizliği daha da yukarılara çekmesinin faturası yüksek olur. Bundan sadece petrol ithal eden değil, ihraç eden ülkeler de etkilenir.

1970'ler petrol üreten ülkelerin yüksek büyüme hızları gerçekleştirdikleri dönemlerdi. Sonraki yıllarda bu ülkelerin bir çoğu, yüksek borç ve yüksek işsizlikle boğuşmak zorunda kaldılar. Günümüzde OPEC ülkelerinin yarıdan fazlası 30 yıl öncesinde olduklarından daha fakir durumdalar. Peki neden? Bunun önemli bir nedeni ünlü Hollanda hastalığı (Dutch disease). Hollanda'nın 1960'larda Kuzey Denizi'nde keşfettiği doğalgaz yatakları bu ülkenin beklenmedik bir şekilde önemli bir doğalgaz üreticisi ve ihracatçısı olmasına yol açmıştı. Ancak artan doğalgaz ihracatı sonucu ülke parasının değerlenmesi, bir anda tarım ve sanayi ürünlerinin dış piyasalarda rekabet gücünü azaltmış, ekonomiyi doğalgaz sektörüne bağımlı hale getirmişti. Benzer bir gelişme Nijerya'da da yaşandı. Petrol üretimindeki büyük artış, 1968'de milli gelirin yüzde 11.2'sini oluşturan tarım ürünleri ihracatının 1972'de milli gelirin yüzde 2.8'sine düşmesine yol açmıştı.

Osman Arolat DÜNYA Gazetesi'nde geçen haftaki başyazısında petrolün artık çağdışı ve baskıcı yönetimlere bırakılamayacağını söyleyerek çok önemli bir noktaya işaret etti. Aklıma, Foreign Affairs dergisinin 2008 yılındaki Mayıs-Haziran sayısında okuduğum ilginç bir yazı geldi. Michael L. Ross "Kan Varilleri" başlıklı yazısında, dünyanın genelinde savaş ve iç çatışmaların geçmiş yıllara göre azalmış olmasına rağmen, petrol üreten ülkelerin bundan etkilenmediğini söylüyor. Irak'ın ABD tarafından işgali petrolün ülkeler arasında bir çatışma nedeni olduğunu gösterse de, petrolden kaynaklanan iç çatışmalar daha ağır basıyor. Ross, petrolden kaynaklanan gelir artışlarının bu ülkelerde yolsuzlukları arttırdığını, diktatörlükleri güçlendirdiğini ve demokratik gelişmeyi engellediğini söylüyor. Yazara göre, gelişmekte olan ülkelerden petrol üreticisi olanların iç isyan ve karışıklıklarla karşı karşıya kalma riski petrolden yoksun gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksek. Nijer Deltası'nda, Güney Tayland'da, Cezayir, Kolombiya, Sudan, Irak ve son olarak da Tunus ve Libya'daki olaylar bu görüşü doğruluyor. Halk hareketleri Arap ülkelerindeki demokratik gelişmenin önünü açacak mı ? Bunu şimdiden bilmek zor. Demokrasinin yerleşmesi herşeyden önce kafaların değişmesine bağlı. Demokrasi çok farklı parametrelerin bileşiminden oluşan bir siyasi sistem. Yasalar önünde eşitlik, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, bireysel özgürlük, ifade özgürlüğü, yönetimde şeffaflık bunların önde gelenleri. Aslında, toplumların gelişmesiyle birlikte demokrasinin tanımı da farklılaşıyor. Sadece her dört beş yılda bir ortaya sandık konulmasından ibaret bir rejim olsaydı, ne kolay olurdu. Bu konuda örnek mi arıyorsunuz ? Sürüyle.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016