Perhiz ve lahana turşusu
Hani biri “Öyle yapmayın, böyle etmeyin” falan deyip de onları kendisi yaparsa “Bu ne perhiz ne lahana turşusu” deriz ya son zamanlarda uluslararası ticaret ve bazı ülkelerin iç siyasetlerindeki bazı gelişmeler bana onu hatırlatıyor.
Neden ne perhiz ne lahana turşusu diyorum? Çünkü serbest ticaret, globalleşme, özelleştirme şampiyonu ülkeler bire ikişer alenen ve resmen korumacılık türküleri söyler oldular. Çok değil bundan topu topu on on-beş sene önce gümrükleri indirin, uluslararası anlaşmalara katılın, devleti işin içinden çekin özelleşin ki güzelleşesiniz diyen bazı ülkeler şimdi başka havalar çalıyorlar. Öyle ki uluslararası serbest ticaretin şampiyonluğu komünist bir ülke olan Çin Halk Cumhuriyeti’ne düştü. Yakında Kuzey Kore’de liberalizasyon derse düşüp bayılmamak işten değil.
Ne olup bittiğine bizler ne kadar yakından bakıyoruz bilemiyorum. Ümit ve temenni ediyorum politika yapımcıları ve yol göstericiler olanları uzaktan izlemiyor gereken senaryolar üzerinde çalışıyorlar ve gerekli uyarıları yapıyorlardır.
Ülkeler özellikle bizim gibi dolar cinsinden milli gelirinin %48’i kadar bir miktarda dolar borç stoku birikmiş olan ülkeler bu tür gelişmeleri NBA basket maçı gibi seyretmek lüksüne sahip değillerdir. politika yapımcıları ve yol göstericiler atmacalar gibi uluslararası gelişmeleri izlemeli, müneccim Nostradamus gibi tahminler yapmalı, ve bunları politikalara dökmelidirler. Yoksa genellikle yaptığımız gibi pro-aktif değil reaktif işler yapmaya mecbur kalırız.
Ülkemizde benim gözlediğim önemli eksikliklerden biri ticari politikaların hangi varsayımlar üzerinde inşa edildiğinin bilinmemesi. Söz gelimi 2023 tarihinde 500 milyar dolar olacağını iddia ettiğimiz ihracatımız 2016 itibarıyla 142.6 milyar dolar, ithalat ise 198.6 milyar dolar. Şimdi bu 142.6 milyar dolar önümüzdeki altı sene içinde 500 milyara çıkacaksa bunun sırf bizim gayretimizle olamayacağını söylemek yanlış olmaz. Bu hedefi koyanların bazı dış koşulların da elverişli olacağını varsaydıklarını kabul etmek lazım. Bu dış koşullara ilişkin varsayımların başında Dünya ticaretinin liberalleşerek büyüyeceği varsayımı olsa gerek. Öyle ya, daralan ve yavaşlayan uluslararası dış ticaret bizim ihracatımızı %350 arttırmamıza engel olacaktır diye düşünüyorum.
Peki böyle bir varsayım yapmak için işaretler var mı?
Her ne kadar Türkiye İhracatçılar Meclisi Sayın Başkanı “2023 hedeflerine ulaşmamıza...” şeklinde moral verici konuşmalar yapıyorsa da, dışarıdan gelen haberler en azından benim bu konudaki moralimi sarsıyor. Bizim oturup gerçekçi planlar yapmamız gerekir. Yoksa hani maçı kaybeden sporcuların bazıları “Bir anlık konsantre eksikliği” ve “Bazı bireysel hatalar” veya “moralman bozukluğu” yüzünden kaybettiklerini açıklama olarak verirler ya, öyle olmayalım. Konsantre olalım! işletmelerimizin ‘bireysel hata’ yapmamaları için gereken önlemleri alalım ki moralmanımız bozulmasın. Şimdi sabırsız okurlar diyecekler ki “Hocanın moralmanını bozan dış haberler ne ola ki?” Aslında bu uzun bir hikaye ama kısaca değinerek incelemeleri işleri bu olan ekonomi-politikçilere bırakmak istiyorum.
Biliyorsunuz dünyada 150’nin üstünde ülke var. Bunların büyük bir çoğunluğu daha yeni ülkeler. Yeni ülkelerin önemli bir yüzdesi de, Türkiye Cumhuriyeti dahil, ulus devlet olarak kuruldular. Gel zaman git zaman bu ulus devlet fikrine eleştiriler arttı da arttı. Hele ulus devletlerin korumacılık yapması, yani pazar ve üretim kaynaklarını dış ülkelere kapalı tutması iyice eleştirildi. Neyse, hikayeyi biliyorsunuz. Sonunda özelleşelim, açılalım, anlaşalım diyerek ticarette globalizasyon denilen şey bir kaç ülke hariç herkese şu veya bu derecede kabul ettirildi. Büyük ticari anlaşmalar yapıldı, birlikler kuruldu, dünya ticaretinde düzenleme ve hakemlik yapacak uluslararası kuruluşlar hayata geçirildi, Ülkeler bir sürü konuda kendi yasalarını yapmaktan vaz geçip, uluslararası yasaları kabul ettiler. Uluslararası mahkemelere yetki verildi. Bunların hepsini biliyorsunuz. Çoğunuzun yaşı buna müsaittir sanıyorum. Yani benim neslim gibi “Yerli malı kullanmalı” sloganlarıyla okula gitmediniz. Bütçe yetmediği ve başka seçenek de pek olmadığı için Sümerbank kumaşı bürünüp Beykoz kundurası giymediniz. Maaşınız yetmiyorsa bastınız kredi kartını Prada ayakkabı aldınız. Çocuğunuz büyüyünce telefon sahibi olsun diye doğunca telefon sırasına yazdırmadınız. Bastırdınız on taksitte i-phone aldınız. Tüm bunlar liberalleşme sayesinde oldu dedik ve ulus ve korumacı komünist devletlerin uygulamalarını eleştirdik. Buraya kadar iyi.
İyi de son zamanlarda bir şeyler oldu. Ulusu olmayan devletlerde bile ulus devlet kavramları dirildi. Bu kavramları siyasi platformlara taşıyanlar bazı ülkelerde herkesi şaşkına çevirecek derecede güçlendi bazı ülkelerde iktidara geçti. Yani ortada dünya ticaretini etkileme olasılığı yüksek bazı ters rüzgarlar esiyor.
Bu rüzgarlardan iki tanesi liberalleşin diyerek bir yerde işin başını çeken ABD ve İngiltere tarafından üflendi. ABD’nin ilginç! yeni başkanı Trump ilk iş Trans Pasifik Anlaşması'ndan ABD’yi çıkarttı. BU ABD’nin özellikle Asya’da fazla bir iddiasının kalmadığı, meydanın Çin’e kaldığı ve ABD’nin bundan sonraki oyununun ticari değil askeri olacağı (Trump’ın bütçesinde tahsisatı çok artan tek yer savunma!! sanayii) şeklinde yorumlanıyor. Trump şimdi Meksika ve Kanada ile olan Kuzey Amerika Ticaret Anlaşmasına (NAFTA) taktı. Bakalım hayırlısı. İngiltere de BREXIT diye bir şey çıkardı “aman ciddi misiniz?” falan derken ciddi oldukları anlaşıldı onlar da Avrupa Birliğine boşanma davası açtılar.
Bu arada bir çok ülkede, özellikle bazı Avrupa ülkelerinde ‘ulusalcı’ retorik başını aldı gidiyor. Bazılarınca ‘aşırı sağcı’ olarak nitelendirilen bu ulusal politik düşüncelerin taraftarları arıyor. Bu fikirde olanlar veya destek verenlerin söyledikleri hep aynı şeyler. Mesela bir ulusu olmayan Donald Trump bile (ABD bir ulus devlet olarak kurulmamıştı çünkü bir ABD ulusu yoktu. Bu yüzden ABD’nin sloganı milliyetçilik değil vatanperverliktir) “Amerika bir numara, İşler Amerika’da kalacak, Yabancılar gelip işlerimizi elimizden alıyorlar, Amerikan malı kullanın” falan gibi sloganlar atıyor.
Bence bu hem kalıcı hem de global bir eğilim. Globalleşme, liberalleşme ve özelleşme sonucu zaten bozuk olan fakir ve zengin arasındaki gelir dağılımının daha da bozulması, ABD ve AB’nin kendi ekonomik durgunluklarını atlatmak için gece gündüz bastıkları Dolar ve Avroları kalkınmakta olan ülkelere vererek onları borçlandırmaları, gibi, gibi bir sürü nedenden sıkıntıya düşen ‘sokaktaki adamın’ canı sıkılıyor. Eh bu ülkelerde serbest seçimle desteklenen bir demokrasi de varsa bu düş kırıklığına birinin sahip çıkması da kaçınılmazdı. Trump gibileri işte bu can sıkıntısına sahip çıkıyorlar. Yok ‘sokaktaki adamın’ bağırtılarını dinlemek istemiyorsanız ve ekonomik düzeni de değiştirmek istemiyor veya değiştiremiyorsanız o zaman seçim falan yapmayacaksınız. Çünkü bağırtılar artacak ve başta o sıra kim varsa ona çok kızılacak.
Bu ulusalcılık eğilimlerinin hangi sorunları çözebileceğini veya çözemeyeceğini de haftaya konuşuruz.
Sağlıcakla kalın.