Perakende tasarısına ne oldu?
"Alışveriş Merkezleri, Büyük Mağazalar ve Zincir Mağazalar Kanun Tasarısı Taslağı" ne gündeme geliyor ne de gündemden düşüyor! Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Başkanı Bendevi Palandöken kaç zamandır çağrıda bulunuyor: Çıkarın artık şu kanunu!
Taslağın tasarıya dönüştürülüp gönderilmesi gereken yer TBMM Başkanlığı. O makama gelecek ki ilgili komisyona sevk edilsin, görüşülsün, tartışılsın, kanunlaştırılmak üzere Meclis Genel Kuruluna sunulsun ve böylece "geleneksel perakendenin" gündeminden düşsün.
"Geleneksel perakendenin" gündeminden; çünkü kanunu isteyen bu sektörün aktörleri. "Organize perakende" sektörünü oluşturan alışveriş merkezleri (AVM) ve zincir mağazaların yatırımcı veya patronlarının böyle bir talebi yok. Bu kesim hayatından memnun. Türkiye'de istediği yörede, ilde, istediği mahalde AVM'sini, mağazasını açıp piyasaya girebiliyor.
"Madem serbest piyasa ekonomisi var, elbet girecek" diyenleri duyar gibiyim. Tamam, onlar da olacak! İyi de, madem "serbest piyasa ekonomisi" var o zaman "organize perakendenin" başta sermaye olmak üzere "yoğunlaşmış gücüne" karşı koyması mümkün olmayan "geleneksel perakendenin" de o piyasaya istediği gibi girme, yaşama hakkı var. Üstelik korunarak!
İşte, uzun süredir "uyutulan" bu arada Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı ile birlikte geriye doğru üç hükümette ilgili üç bakanı daha meşgul eden "tasarı taslağı" eksiği veya fazlasıyla bu amacı da taşıyor. Ama nedense, nasılsa ve nasıl bir güç önlüyorsa, bir türlü TBMM'ye ulaşamıyor!
Rekabet Kurumu da olmasa...
Organize perakende sektörü güçlü. Tedarik piyasalarına istediği alım-satım koşullarını dayatabiliyor. Tedarik piyasalarında geleneksel firma yapıları yaygın. Yıllardır "uyutulan" yasa bu nedenle önemli; tüm aktörler arasındaki ilişkileri düzenleyecek, rekabet dengelerini kuracak ve kollayacak.
Böyle bir yasa hâlen yok ama kamu otoritesi olarak bu alanla ilgilenen bir kurum var: Rekabet Kurumu. İki yıldır bu sektör üzerinde ilgili tüm kesimleri kapsayan bir çalışma yürütüyor. Biri "ön" diğeri "nihai" olmak üzere iki kapsamlı raporla sektörün derinliğine ışık tutuyor. Durumu tespit ediyor. Sorunları ve çözüm yollarını belirliyor.
Nihai raporda organize sektörün sahip bulunduğu "alıcı gücü" ile tedarikçiler üstünde kurduğu hâkimiyet de inceleniyor. Tedarikçi kesim organizenin "alıcı gücünü" orantısız kullandığından yakınıyor. O kadar ki, kimi illerdeki tedarikçinin yaşama şansı organizenin elinde olabiliyor; raflarında yer alamazsan yoksun!
Organize işler
Rekabet Kurumunun raporuna göre, organize perakendeciler "orantısız alıcı güçlerini tedarikçiler üstünde şu yöntemlerle gerçekleştiriyor:
Listeleme ve raf bedelleri; ödeme vadelerinin uzunluğu veya sadece satılan malın uzun bir vade sonunda ödenmesi; anlaşma dışı kesilen ve iptal edilmeyen faturalar; üreticinin eşit fiyat politikasının hiçe sayılması ve haksız rekabet oluşturan raf fiyatları; mağaza açılış bedelleri; sağlam teslim alınıp hasarlı iade edilen yüksek tutarda ürün; yerli markaların ya da markalaşma yolunda ilerleyen firmaların gelişmesine hiçbir olanak tanınmaması; markalaşmada reklam, dağıtım, ürün maliyeti vb giderlerin çok üstündeki talepler. Her yıl artan ilâve vade ve ek talepler.
Dahası var ama yerimiz dar. Onun için rapordan son bir alıntı:
"Perakendecilerin anlaşmaları tek taraflı hazırlaması nedeniyle bazı durumlarda çalışmadıkları halde mağaza açılış bedelleri(ne); ürün sevk etmedikleri ve satışını yapmadıkları halde ciro primi ve kaynağı belirsiz faturalara maruz kalındığı ifade edilmiştir."
Eh, geleneksel perakendeci ve tedarikçilerin bu ölçüde "savunmasız" bırakıldığı bir ülkede organize sektör, piyasayı karşılıklı hak ve rekabet dengeleri içinde düzenleyecek özel yasa ve hukuk disiplinine girmek ister mi? Yasa çıkmadıkça, istediğini yapıyor. Sessizliği bundan!