Pekin: 1 Ekim 2049’da global güç olacağız
Çin; sisteme meydan mı okuyacak? Soğuk Savaş döneminde büyüyen bizler için karşıtlık hep ABD ve Sovyetler Birliği anlamı taşırdı. Çin çok uzaktı. Kimsenin de aklına gelmezdi. Televizyonun TRT’den ibaret olduğu yıllarda dış haberler genellikle sınır komşularımız ile ABD, Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin ötesine geçmezdi. Hele hele Çin’den haber almak, inanın bizim için Çin gibi çok uzaktı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte oluşturulan iletişim kanalları tüm dünyayı birbiriyle komşu yaptı. 1990’ların başından itibaren giderek “Çin” gerçeğiyle yüzleşmeye başladık.
Soğuk Savaş’ın hemen sonrası ABD için her şeyin yolunda olduğu bir süreçti. Çin’in başında, Mao tarafından “Kültür Devrimi” sırasında kapitalist olmakla suçlanan ve çalışma kamplarına gönderilmiş Deng Şiaoping, Rusya’nın başında ise kendisini uluslararası sistemin savunucusu ilan eden ve kapitalist politikalar izleyeceğini açıklayan Boris Yeltsin bulunuyordu. ABD tek kutuplu bir sistemin varlığına kendini o kadar kaptırmıştı ki, bu iki liderin ülkelerini ABD’nin yarattığı sistemin bir parçası haline getireceklerinden emindi. Bunun için bu liderler desteklenmeliydi.
Bu destek anlayışı ABD ve ABD’nin derin müttefikleri, Çin’e yatırım yaparken, Çin’in kendilerine rakip olabileceğinden çok ucuz işçilik ve ucuz hammaddeden yararlanmak, sanayi atıklarından kurtulmak, hava-su-toprak kirliliğinden uzak kalmak amacındaydılar. Bu amaçla Çin’e yatırım sürekli desteklendi. Belki de anlamak istemedikleri karşılarında büyük bir medeniyetin temsilcisi ve bir imparatorluk sonrası devletin varlığıydı. Ve bu devlet, 19’uncu yüzyıl boyunca kendisine “utanç” yaşatan Batı’nın istediği bir müttefik olmayacaktı.
Nitekim öyle de oldu. Soğuk Savaş sonrası dünyanın çok merkezli yapısına ekonomik anlamda ABD, Avrupa ve Japonya’nın dışında farklı merkezler eklendi. ABD’li politikacı Henry Kissinger’ın AB, Çin, Japonya, Rusya ve Hindistan’ın ABD ile yeni sistemin büyük oyuncuları olacağı iddiasını kabul etmek gerekti.
Neredeyse, 30 yıldır Çin’in sürekli büyüyen gücünden bahsediyoruz. Bu büyümeye karşı Batı’da Çin algısının değişimine de tanıklık ediyoruz. 1990’ların “stratejik ortağı,” artık “stratejik rakip” hatta “düşman” olmuş durumda. Asya’nın parlayan gücü Çin’in sürekli atılım göstermesi ve ekonomik alanda 30 yıldır sürekli büyümesi, elde edeceği gücü sisteme uyum sağlamak için mi kullanacağı, yoksa süper güç olma yolunda sisteme meydan mı okuyacağı tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Bugün yaşanan gelişmelerin altında bu sorunun yanıtının muallaklığı var.
Bugünün en önemli araştırma, tartışma vb. konusu olan Çin, bu duruma nasıl geldi? 1978 yılında iktidara gelen Deng Şiaoping ile başlayan yenileşme hareketi büyük stratejiye dönüşmüştür. Bu strateji bir nevi Maoist devrimden dönüşü ifade eder. Deng “Büyük Strateji”yi üç aşamada ele alır. İlk aşama, ekonomiyi güçlendirmektir. İkinci aşama, Uzakdoğu Asya’da bölgesel güç olmak, buradaki enerji kaynaklarını elinde tutabilmek ve Tayvan’ı ana kıtaya katabilmek, üçüncü aşama ise askeri ve ekonomik yönden gücü elde ettikten sonra süper güç olmaktır.
Deng son aşamada süper güç olma isteğini dile getirirken, bu isteğin Çin’in güç olduğu kesinleşene kadar ortaya çıkarılmaması gerektiğini özellikle belirtmişti. Ancak bu anlayışı 2017 yılındaki parti kongresinde Şi Şinping tarafından delindi.
İlk safha ekonomik güç olmak
Şi Şinping, ekonomik gelişmenin uluslararası bir güç yarattığını vurguladıktan sonra, bundan sonra yaşanacak süreci ikiye ayırdı. Şi, 2035 yılına kadarki ilk dönemi ülkedeki yolsuzluğa son vermek, gelir dağılımını adil hale getirmek, eğitime herkesin eşit şekilde ulaşabilmesini sağlamak, ülkede ayrılıkçılık ile terörizmle mücadele etmek ve ekonomide daha fazla Çin markası yaratmak gibi iç politik konulara ayırdı. Şi, ikinci dönemi ise ekonomik büyümenin getirdiği güç ile uluslararası teknolojik güç yaratmaya, bu gücü askeri gelişmeye adapte etmeye ayırdı. Ve ilk defa bir Çinli lider, Çin'in “Her Çinlinin ülkenin 100’üncü yıldönümünde, 1 Ekim 2049 tarihinde, gurur duyacağı” bir süper güç olacağını ilan etti. Burada akıllara Deng’in stratejisinin ilk safhasındaki ekonomik güç olmak ve ikinci safhasında yer alan bölgesel güç olma safhalarının tamamlandığı geliyor. O zaman son safha için iki konu ortaya çıkıyor; ilki askeri anlamda teknolojik bir güç olmak ve Tayvan’ın ana kıtaya katılması… İlk safha nasıl yaratıldı ve bölgesel güç olma nasıl uluslararası güce evrildi?