Peki, şimdi ne yapmak lazım?
Sanki ben bu havayı daha önce teneffüs etmiştim. Bir tarafta bir tedirginlik var. Tedirginlik, ekonominin gidişatı konusunda. İşin böyle gitmeyeceğini, düşündüğünüzden daha çok kişi görüyor. Öteki tarafta ise uzun bir iktisadi tedbirler çarşaf listesi var. Bakıyorsunuz, hepsi de son 15 yılda Türkiye’de ihmal edilmiş deve dişi gibi işler. Bugünden yarına herhangi birinin hemen halledilip, sonuç alınamayacağı gün gibi ortada. Uzun iktisadi tedbirler manzumesi, ortadaki tedirginliği yalnızca artırıyor, çaresizliği besliyor. Neden? 2019 yılı aynı anda hem çok yakın, hem çok uzak olduğu için. Dolayısıyla soru hep ortada kalıyor: “Peki, şimdi ne yapmak lazım?” Gelin bugün bir bakalım ortadaki telaşeye.
Ortadaki telaşe siyasetçi ile teknisyen arasındaki iletişim eksikliğinden kaynaklanıyor
Bugün sohbete vaziyetimize benzer bir kıssanın hissesinden başlayayım.
Hani bir adam memleketin birinin bir yerindeki bir törene balonla katılmaya karar vermiş. Dramatik bir iniş anı hayaliyle. Seyahat başlamış, lakin bir süre sonra, kaybolduğunu idrak etmiş. Azıcık alçalmış, yoldan geçen birine sorup yolu bulma umuduyla. Karşıdan bir atlı belirmiş. Adam, bir umut, “Yolumu kaybettim” demiş, “Şu anda neredeyim?”
Atlı, gayet nazik bir şekilde, “Şu anda yerden yaklaşık 9 metre yükseklikte bir sıcak hava balonundasınız, efendim” demiş. “Kuzey enleminde 40 ve 41’inci dereceler arasında, batı boylamında ise 59 ve 60’ıncı dereceler içindesiniz.”
Harita okumayı da, haritada nereden nereye gitmekte olduğunu da bilmeyen balondaki adam “Siz” demiş, “herhalde mühendis olmalısınız.” “Doğru” demiş atlı, “nereden bildiniz?”
“Çünkü” demiş balondaki adam, “söylediklerinizin tamamı teknik olarak doğru ama benim için hiçbir manası yok. Oradan çıkardım, mesleğinizi. Size soruyu sormadan önce ne durumdaysam, doğrusu yine aynı haldeyim. Kayboldum ve yolumu bulamıyorum. Size boşuna soru sormuş oldum, bana hiçbir faydanız olmadı. Teknik olarak doğru ama faydasız.”
“Siz de” demiş atlı “bir yönetici/müdür olmalısınız.” “Doğru” demiş balondaki adam, “Siz nereden anladınız?”
“Çok kolay” demiş atlı. “Öncelikle nerede olduğunuzu ve nereye doğru sürüklenmekte olduğunuzu bilmiyorsunuz. İkinci olarak, bulunduğunuz yüksekliğe bir balon sayesinde çıkmışsınız. Ve üçüncüsü, nasıl tutacağınız hakkında hiçbir fikriniz olmadığı halde, balonla, belli bir saatte belli bir yerde olmak için, söz vermişsiniz ve şimdi sorununuzu hasbelkader karşınıza çıkan benim çözmemi bekliyorsunuz. Doğrusu, benimle karşılaşmadan önce ne haldeyseniz yine o haldesiniz. Ortada değişen bir şey yok. Ama siz şimdiden içinde bulunduğunuz durumun, size yardımcı olamadığım için, doğrudan, benim suçum olduğunu düşünüyorsunuz.”
Şimdi öncelikle kıssadaki “atlı”yı mühendis değil de iktisatçı, “yönetici/müdür”ü ise siyasetçi olarak düşünüp, vaziyete bir daha bakın. Ortadaki karışıklık biraz da iletişim zorluğundan kaynaklanıyor, bana sorarsanız. Kıssanın benim için hissesi şudur: Soruyu doğru tanımlamaz, doğru noktaya odaklanmaz ve öncelik belirlemezseniz, değil derde deva bulmak iletişim kurmak bile mümkün değildir. Önce nerede durduğumuz ve nereye doğru sürüklenmekte olduğumuza ilişkin bir ortak kanaat gerekir. Doğrusunu isterseniz, Türkiye’nin bugün ekonomi ile ilgili ilk derdi tam da bu noktadadır.
Peki, nedir doğru soru, odaklanacak doğru nokta ve önceliklerimiz? Siyaset, 2019 seçimlerine bugünkünden daha az tedirgin bir iktisadi ortamda gidebilmeyi çok istiyor. Yöneticilerimizin derdi şimdilik bundan ibaret. Hâlbuki mevcut iktisadi durumla ilgili teknik değerlendirme yapanlar ise, Türkiye ekonomisinin sağlıklı bir büyüme patikasına oturtulması için yapılması gerekenlerin altını çizmeye çalışıyorlar. Onların aklında ise daha uzun bir vade var. Ortadaki iletişim kopukluğunun kaynağı işte tam da burada.
Yapılması gerekenler büyük başlıklar olarak elbette bellidir, hadise zaman ve zemin ile ilgilidir
“Peki, şimdi ne yapmak lazım?” dediğinizde, Türkiye ekonomisi ile ilgili olarak yapılması gerekenlerle ilgili çarşaf liste ortadadır. Analizi ve tedbirler setini üç temel ana başlık altında düşünebilmek mümkündür. İlk blokta kamu yatırımları gelmektedir. Türkiye’nin eğitim sistemini elden geçirmesi gerekmektedir. Sağlık sisteminin işlerliğinin ve sürdürülebilirliğinin güvence altına alınması gerekmektedir. Memleketin ulaştırma altyapısı doğrusu hala içler acısıdır. Konteyner taşımacılığı için atılması gereken çok adım vardır. Buradaki her alanda yapılması gerekenler işler Türkiye’nin büyüme stratejisi açısından önemlidir. Her biri kocaman bir program konusudur.
Milli Eğitim’de değişenler ve değişmeyenler nelerdir?
Hadisenin büyüklüğünü göstermek için bir kaç örnek vereyim. Konu eğitim sistemi olunca, değişenler ve değişmeyenler bana son derece ilginç geliyor doğrusu. Son 15 yılda Türkiye tam 7 tane milli eğitim bakanı gördü. Bu arada müfredat değişiklikleri yaptı. Her gelen mutlaka sınav sistemi ile oynadı. Nedir? Milli eğitim sistemimizde son 15 yıldır öğrencilere verilecek hizmetin tanımına ilişkin bir dizi değişiklik yapıldı. Biz hep ne yapılacağını tartıştık. Ne yapılacağına dair değişiklikler yaptık. Ne değişmedi? Milli eğitim sisteminin kendisi hiç değişmedi. Merkezde idari yapı değişmedi. Organizasyon yapısında hiçbir değişiklik yapılmadı. Merkezle taşra arasındaki iletişim kanallarında bir değişiklik olmadı. Kamu hizmetini ifa eden memurların, öğretmenlerin eğitimine, özlük haklarına, iş tanımlarına ilişkin kapsamlı bir değişiklik olmadı. Aygıt aynı kaldı, yapılacak işin tanımıyla oynandı. Hizmetin nasıl verilmesi gerektiğine, içeriğine ilişkin bir değişiklik hiç olmadı. Bu aygıt, dünkü iş tanımını yerine getiremiyordu. Şimdi de kendisinden isteneni veremeyecek. Siz istediğiniz kadar bu aygıtın ne iş yapacağını değiştirip durun, o hep aynı işi yapacak ya da yapamayacak. Ortada yapısal bir hadise var.
Aynı durum ulaştırma altyapısı için de hala geçerli. Geçenlerde Bakü-Tiflis-Ceyhan demiryolu projesinin başlangıcı için tören yaptık. Ne dedi gazete manşetleri? “Çin’den kalkan bir tren Londra’ya doğrudan yük taşıyabilecek”. Böyle kesintisiz bir hizmet olarak şimdi mümkün mü? Değil. 2018 yılında 3’üncü köprüden yük trenlerini geçirtecek yatırımları tamamlarsak ya da tüp geçitten yük treni geçirecek ek yatırımları yaparsak mümkün olacak. Türkiye’nin ulaştırma altyapısında daha yapılacak çok iş var. Aynı durum sağlık sistemi için de geçerli. İşler belli ama adım atabilmek zor. 2019 seçimleri çok yakın ve her alanda yapılacak iş çok fazla.
İktisadi büyüme söz konusu olduğunda ikinci blok işler kurumların güçlendirilmesi başlığını taşıyor. Adalet sistemi, parlamento, seçim sistemi, seçim sisteminin yönetişimi, siyasi partiler, bürokrasi memleketin bütün bir kurumsal altyapısı burada yer alıyor. Tek tek bakarsanız, mahkeme sisteminin işlemesi, adaletin zamanında tecelli etmesi önemli elbette. Güvenlik bürokrasisinin işlevini yerine getirmesi. Eğitim sisteminin hedefe kilitlenebilmesi. Dış politikanızı tasarlayan kurumların efektif çalışması. Geçtim OHAL sisteminin getirdiği ek problemleri, Türkiye’nin mevcut kurumsal altyapısının zaten süratle elden geçirilmesi gerekiyordu. Şimdi Cumhurbaşkanlığı sisteminin referandumda kabulü ile birlikte memleketin zaten işlemeyen kurumsal altyapısı tamamen devre dışı kaldı. Mevcut kurumsal altyapı ile siyasi karar alma süreci arasındaki bağlantı fiili durum nedeniyle, efektif olarak kopunca, Ankara’da yeni bir durum doğdu.
180 günlük programa ne oldu?
Söz konusu olan kurumlar olunca yeniyi inşa etmenin, eskiyi imha etmekten çok daha zor olduğunu her gün yaşayarak görüyoruz doğrusu. Yıkılacak olanı tespit, yapılacak olanı tahayyül etmekten çok daha zor. Kolay mı bundan sonrası? Hayır. Nereye bakalım? Sayın Cumhurbaşkanımızın 16 Nisan referandumundan sonra gündeme getirilecek bir 180 günlük ekonomik program çağrısı vardı. Aradan neredeyse tam 210 gün geçti. Tam 7 ay. Ne oldu? 180 günlük program daha ortaya çıkamadı. Neden? İnşa, imhadan daha zor olduğundan. Nedir? Yapılacak işler blokunun ikinci aşamasında da işimiz kolay değildir. 2019 seçimleri çok yakın ve her alanda yapılacak iş çok fazla.
Gelelim üçüncü başlığa. İşgücü piyasalarının işleyişi açısından yapılması gerekenler var, orta vadeli büyüme süreci açısından. Ülkede hem işe alma ve hem de işten çıkarmanın kolaylaştırılması/ucuzlatılması, atılması gereken adımlardan bir tanesi. Cumhurbaşkanı Macron, Fransa’da şimdilerde benzer bir reform sürecini uygulamaya çalışıyor. Almanlar benzer adımları 1990’larda atmış oldukları için bugün Avrupa’nın en düşük genç işsizliği Almanya’da. Türkiye’nin de mutlaka adım atması gerekiyor. İşgücü piyasaları açısından, tarağın düğüme takıldığı noktalar artık iyice belirginleşti ama adım atabilmek pek mümkün görünmüyor. 2019 seçimleri çok yakın. Yapılacak iş ise çok fazla.
Buna Türkiye’deki inovasyon ekosistemini işletmek için yapılması gerekenleri de ekleyebiliriz. İnovasyon yeni teknolojilerin ülkeye transferi ve sektörden sektöre yayılması ise ortada kocaman bir yapısal reform gündemi var. Aynı biçimde Türkiye’nin demokrasi açığını, son dönemde müttefiklerimizle Türkiye arasında giderek büyüyen güven açığını da ekleyebilirsiniz analize, meşrebinize göre. Teknik olarak bu çarşaf listede yer alan hususların hepsi çok doğru ama bu doğruların içinde bulunduğumuz vaziyete hiçbir katkısı yok. Aynı kıssadaki gibi.
2019 yılı hem çok yakın hem de çok uzak olduğu için arada sallanıyoruz
Bakın üç aşağı beş yukarı hep aynı noktaya geliyoruz: 2019 seçimleri çok yakın ve her alanda yapılması gereken iş çok fazla. Hâlbuki hiçbir şey yapmadan mevcut durumu sürdürebilmek de mümkün değil. Hiçbir şey yapmadan, sürüklenmeye devam etmek söz konusu olduğunda, bu kez 2019 seçimleri doğrusu çok uzakta. Memleketi o kadar sürükleyebilmek mümkün değil. Nedir? Tedbir almak için 2019 çok yakın, mevcudu aynen sürdürmek için ise 2019 çok uzaktır. Arka arkaya seçim yapacağımız 2019 yılı hem çok yakındadır, hem de çok uzaktadır. İşte “Peki, şimdi ne yapmak lazım?” sorusunun ana manası budur. Aynı kıssadaki “şu anda neredeyim?” sorusu gibi.
Yapılabilir olana odaklanırsak, çıkış yoluna doğru ilerleyebiliriz
Türkiye’nin yapılabilir olana odaklanması ve önceliklerini buna göre belirlemesi gerekmektedir. Teknik olanla siyasi olanı birleştiren üç husus görüyorum, ben doğrusu. Birinci husus, idari yapımızla ilgilidir. Türkiye’nin 1990’lardan 2000’lere bir dizi reform adımını hızla atabilmesini sağlayan unsurların belki de en önemlisi farklı bakanlıklardan gelen ama ülke için ortak önceliklere sahip ve birbirini anlayan bir avuç bürokrattı. IMF programları hiç değilse, ortak bir dil konuşan bir avuç bürokratın birlikte çalışmasını sağlamıştı. 2002’den sonra programın devamını sağlayan, birbirleriyle aynı dili konuşan bir avuç bürokrattı, teknik olarak bakıldığında. Sonra Hazine her nedense bu tür bir koordinasyon işlevini tamamen rafa kaldırarak, şu anda bizi bir nevi kör kuyularda merdivensiz bıraktı. Ben Türkiye’nin ilk önceliğinin farklı bakanlıklardan gelen ama bir masanın etrafında birlikte çalışabilen bürokratlar olduğu kanaatindeyim. Söylemesi kolay, yapması zor. Dün yapmıştık, yine yapabiliriz. Yeni sistemin bu işi kolaylaştıracağını bile söyleyebiliriz ayrıca.
İkinci husus, elimizde olanlara odaklanan bir inovasyona dayalı büyüme hamlesidir. TEPAV İnovasyon Çalışmaları Program Direktörü Selin Arslanhan bir süreden beri Türkiye’de, yerel değerin, mevcut küçük teknoloji firmalarına, startuplara dayalı olarak nasıl yeniden tanımlanabileceğinin altını çiziyor. O firmaları, Türkiye’nin potansiyelini isim isim anlatıyor.
Küçük teknoloji firmaları ne yapıyor? “Hızlı hareket et, meseleleri hallet”
Büyük teknoloji şirketleri, Alphabet, Facebook, Apple artık dünde kaldılar. Onların “motto”su, “hızlı hareket et, bir şeyleri kır”dı. Nitekim çok kırık dökük olduğu için şimdi mahkemede hesap veriyorlar. Şimdi inovasyon sürecini artık küçük teknoloji şirketleri, startuplar, taşıyor. Onların “motto”su ise çok farklı, “hızlı hareket et, meseleleri hallet”. İnovasyon süreci nitelik değiştirip, küçük teknoloji şirketleri ağırlıklı olunca, Türkiye gibi ülkelerin de bu süreçte doğrudan yer alabilmesi mümkün hale geldi. Neden? Halledilecek meselelere herkes aynı tür teknolojilerle çözüm üretmek için rahatlıkla yarışabilir. Türkiye’nin küçük teknoloji şirketlerini, kendi startuplarını nasıl hızla büyütebileceği ve teknoloji transferi ve teknoloji difüzyonu için araç olarak kullanabileceğine süratle odaklanması gerekiyor. Yapılabilir mi? Evet. Selin Hanımın, başarılı küçük teknoloji şirketleri örneklerine dikkatle bakmanızı öneririm.
Üçüncüsü ise, Türkiye’nin 1980’leri anımsatan bir büyük ihracat hamlesine odaklanması galiba. O zamandan beri hiç yapmadık. Ekonomi bakanlığı bile işi gücü bırakıp, ihracat yerine ithalata odaklandı. Hâlbuki Türkiye’nin ihracata odaklanması gerekiyor. Türkiye’nin ihracatı 1980’lerde 3 milyar dolardan 2000’lerin başında 30 milyar dolara, şimdilerde ise 140 milyar dolar seviyelerine yükseldi. Ama nedir? Türkiye hep aynı bir kaç bin firmanın hep aynı malları hep aynı pazarları satması ile ihracatını artırdı. Şimdi yeni firmalar ve yeni mallarla, yeni pazarlara yüklenme zamanı. Küresel büyüme gündeminin gidişi yeni bir ihracat hamlesi için şimdilik uygun gibi duruyor üstelik. Yapılacak olanı Çin zaten gösteriyor burada, onu da not edeyim.
Bu alanlara yoğunlaşmak derken, daha önceden saydığım temel yapısal problemlerin çözümü önemsizdir demiyorum. 2019 büyük reformlar için çok yakın, beklemek için ise çok uzaktadır diyorum yalnızca. 2019’a kadar beklemek yerine, bu arada nerelere odaklanıp köprübaşları oluşturabileceğimizin, fark yaratabileceğimizin altını çizmeye çalışıyorum. Atlı ile balondaki adam arasında, daha manalı bir iletişim mümkündür diyorum.