Pazarlamak için önce bir şey üretmek gerekir!..
Gecikmeli tatil seyahatimiz nedeniyle yazılarımıza iki hafta ara verdik. Adeta iskele alınırken vapura atlayan yolcular gibi son dakikada kendimizi tatil macerasının içine atıp, çocuğumuzun okulu açılmadan 12 saat önce İstanbul'a vardık ve sabah 8:15'te çiçeği burnunda ilköğretim velileri olarak okulun kapısında olmayı başardık...
Bir hafta boyunca zeytin ağaçlarının kapladığı Edremit Körfezi'nin, temiz hava ve mitolojik öykülerle dolu Kazdağları'nın, taş işçiliği ve kerpiç evlerle süslü dağ köylerinin tadını çıkarttık. Kazdağı'nın yamacını yurt edinmiş köylüler ve kasabalılarla, Türkmenler'den Giritliler'e uzanan değişik kültürlerden gelen dostlarla tanıştık, sohbet ettik.
Ancak bu tatilde de diğer İstanbul dışı yolculuklarda olduğu gibi kafamız ister istemez yine ekonomik gelişmeye, bölgesel kalkınmaya, ekonomik politikalara takıldı. Pek çok ürünün düşük fiyatlar nedeniyle tarlalarda bırakıldığı, toplanmadığı zaten yazılıyordu. Kazdağları'nda gördük ki zeytinler de aynı akıbeti paylaşmış, ağaçlarda sararmış kalmış. Ağaçlarda zeytinleri sarartan şey, diğer tarım ürünlerini tarlada bırakan şeyle aynı elbette. Çünkü tarım ürünleriyle sanayi ürünlerinin arz-talep esneklikleri birbirinden farklı olsa da, ekonominin temel kuralları pek değişmiyor.
Tarım bugün dünyada üzerine en fazla kafa yorulan, en fazla politika geliştirilen, geleceği en fazla tartışılan sektörlerin başında geliyor. Dünyadaki nüfus artışı, küresel ısınma gibi nedenler tarım ürünlerinde kıtlık tehlikesi yaratıyor ve elbette fiyatlarını yükseltiyor. Peki, Türkiye'deki durum ne? Çocukluğumuzda tarım alanlarımızın bolluğundan ve ürün çeşitliliğinden söz edilirdi. Oysa şimdi hayvancılık da tarım da dibe vuran sektörler arasında görülüyor.
1980'lerde, tarıma verilen desteklerin ülke ekonomisi üzerinde büyük bir yük oluşturduğu, vergi mükelleflerinin parasının köylüye dağıtılmaması gerektiği söylenip durdu. Sonunda destekler kesildi, tarım politikaları çöpe atıldı. Peki sonunda ne oldu? Ülke refaha mı kavuştu?
Ne olduğu ortada; hayvancılıkla uğraşan veya topraktan ürün elde etmeye çalışan insanlar, tarımsal politikalar ortadan kaldırılıp "piyasanın görünmez eli"nin insafına terk edilince önce ellerindeki birikimi tükettiler. Sonra sandıklarını açıp ata yadigarlarını eskicilere, antikacılara turistlere sattılar. Kıyı bölgelerde daha şanslı olanlar çifti çubuğu bırakıp pansiyonculuğa, otelciliğe lokantacılığa başladılar. Bu olanakları olmayanlar büyük şehirlerin yolunu tuttular. Şimdiye kadar üreticilikte direnenler ise şimdilerde para etmeyen mahsulleriyle ne yapacaklarını düşünüyorlar. Çoğunun kafasında bağı bahçeyi satmak var. Tabii bağ bahçe imara açılsa ellerine biraz para geçse daha da mutlu olacaklar. Bağ bahçe, zeytinlik derken sıra oturdukları eve gelecek. Biraz da onun parasıyla idare edecekler. Peki sonra?
Yalnız tarımda değil, Türkiye'de neredeyse 30 yıldır hiçbir alanda politika üretilmiyor. Genç nüfusunuz var, nereye yönlendireceğinizi bilmiyorsunuz, toprağınız var ne yetiştireceğiniz belli değil, suyunuz var hovardaca harcayıp duruyorsunuz, hammaddeniz var kimse ne yapacağını bilmiyor, doğanız var, tarihiniz var kimseye gösteremiyorsunuz...
Şimdi gelelim asıl konumuz olan pazarlamaya. Bugün silkelemeye bile değer bulmadığımız o zeytinlikleri yarın İtalyan şirketleri, Yunan şirketleri üç kuruşa satın alırsa ne yapacağız? Kendi toprağımızdan fışkıran zeytinyağının litresinin İtalyan veya Yunan markaları altında litresi 15-20 Euro'ya marketlerde görürsek bundan ne kazancımız olacak?
Gidin Antalya kıyılarındaki "her şey dahil" otellerin haline bir bakın. Plansızlık politikasızlık nedeniyle birbirini kopya ederek arka arkaya açılan otellerden pek çoğu Rus sermaye gruplarına satıldı bir o kadarı da satılmak üzere. Bir oteli sattınız, borcunuzu harcınızı kapattınız, para da gitti, otel de! Bu kıyılardan artık ne kazancınız olacak?
Tabii bu otellerde garsonluk yapmak veya günlük 20 lira yevmiye ile zeytin toplamak bize yeter de artar diyorsanız o başka...
Ne yazık ki son 30 yıldır bu ülkeyi yönetenler öyle diyor!