Pazar sendromu?

Orkun GÖDEK
Orkun GÖDEK Bakış Açısı

Sırasıyla geride bıraktığımız üç haftaya ait Pazar günlerinin takvimi; Erbil ve Berlin’de gerçekleştirilen oylamalar, Katalonya bağımsızlık referandumu ve ABD-Türkiye vize krizi şeklinde gerçekleşti. Pazartesi sendromunun adı çıkmış; esas hikaye Pazar günü özelinde dönüyor.

Şayet finans sektöründe çalışıyorsanız ve yatırım işleri ile bir şekilde iştigal halindeyseniz Haziran 2016’da gerçekleştirilen Brexit oylamasından bu yana “politik kriz nedir, nasıl yönetilir, yatırımcı yönlendirmesi nasıl olur?” gibi sorulara yanıt vermekte geçmişe kıyasla daha az zorlanmanız gerek. Üstelik bir de bu coğrafyada “analist, ekonomist, stratejist, araştırma uzmanı” gibi unvanlarla masanın diğer tarafında yer alıyorsanız “iş başında pişmek” deyimini iyice benimsemiş olmanız gerek. Zaten silsile de bu şekilde işliyor; masanın diğer tarafından yatırımcı kesimine doğru. En popüler gündem maddemiz olan ABD-Türkiye vize krizine de bu şekilde yaklaşmak gerek; rasyonelliği kaybetmeden.

İki eski ülkenin müttefiklik kavramına dayanan ilişkileri ile büyümüş ve büyümeye aday nesiller mevcut. 2000’li yılların başından bu yana sendelese de bir şekilde devam eden bir ilişki yumağından bahsediyoruz. Üstelik politikada esas olan “karşılıklı çıkardır” fikri işletilerek. Coğrafyanın getirdiği zorunluluklar ilişkinin korunmasını elzem kılıyor. Tökezleme olsa da ipler tam anlamı ile atılmıyor, süreç korunuyor. Bu kez karşılaşılan problem iki ülke tarihinde daha önce tecrübe edilmeyen türden. Olaya Ankara’da bulunan büyükelçilik yönetiminin insiyatifi olarak da bakmak mümkün, geçmişten bugüne doğru gelen problemlerin karşılıklı birikimi ve dışa vurumu olarak da. Her ne olursa olsun atlanmaması gereken nokta ise diplomasi dilinin Trump’lı ABD yönetiminde giderek tercih sırasında kendisine daha aşağılarda yer bulmaya başlamış olması. Öyle ki, Kuzey Kore ile dahi iletişimi gözetmeye çalışan Dışişleri Bakanı Tillerson’a sosyal medya üzerinden tersi yönde mesaj veren ve bundan da çekinmeyen bir siyasi eğilimden bahsediyoruz. Bugünlerde Tillerson’ın da görevi bırakabileceği/bıraktırılabileceği ABD medyasında yer alıyor. Orası ayrı mesele.

Vize krizi ile birlikte yerel varlıkların gösterdiği tepkiyi doğal karşılamalı ve sağlıklı görmek lazım. Geride bıraktığımız bir buçuk yıllık süreçte farklı başlıklarda riskleri fiyatlara nasıl ekleyeceğimizi birçok kez tecrübe ettik. Belki de bu gibi konulara nasıl yaklaşacağını en iyi bilen piyasa temsilcileri olabiliriz. Abartı yok, inanın. Varlık fiyatlamalarında denge arayışı ilk etapta göz ardı ediliyor. Açılan alış-satış marjları ve panik satışlarının ardından yatırımcı kesimi bir şekilde kısa vadeli kar elde etmeyi gözetiyor ve masadaki sorunun nasıl ve ne kadar sürede çözülebileceğine odaklanıyor. Tabi ki ihtiyatı da elden bırakmadan. Bu noktada devreye farklı sigorta mekanizmaları giriyor; bilgi düzeyi ve piyasa tecrübesine göre güvenli liman talepleri beliriyor; küreselde “JPY, CHF, ABD tahvil piyasası ve ons altın”, yerelde ise dövize talep gibi. Bunlar geçmişin bugüne taşıdığı kültürlerle yatırımcıların farklı nesillere aktardığı eğilimler. Bu kez de benzeri olacak. Şu an için yerel yatırımcıdaki genel kanı problemin kısa vadede çözüleceği şeklinde. Öyle olmasa Pazartesi günü daha farklı bir resim ile karşılaşmamız içten bile değildi. Bu beklenti oldukça önemli. Hafta içerisinde taraflar arasında diyalog kurulumunu ve çözüm çabasını görürsek problem en azından piyasalar açısından kısa vadeli kalır. Hikayenin kapalı kapılar ardındaki kısmı fiyatlamalara taşınmadıkça yatırımcı nezdinde göz ardı edilir.

Problemin çözümüne dair sürenin uzaması riski ise şu an için en kötü senaryo. Yatırımcı ilişkileri, ticaret, eğitim, sağlık gibi yelpazesi genişletilebilecek birçok alan açısından vize konusu önemli. Kaldı ki dünyanın geri kalanına konunun nasıl taşındığı da kritik önemde. Uluslararası arenada finans temalı haber siteleri haftanın ilk gününde Türk lirası cinsinden varlıklarda gözlenen satışın diğer gelişmekte olan ülke fiyatlamalarına bulaşıcılık etkisini olup olmadığına dair içerikler hazırladılar. Yani, gelişen ülke varlıkları da bizim farklı zamanlarda onları izlediğimiz gibi bizi bir şekilde gözetiyorlar. Küresel dünya, uluslararası finansal yapı da bunu gerektirmiyor mu?

Bir süre için emsallerimiz dediğimiz gruptan farklı bir fiyatlama eğiliminde olmamız şaşırtmasın. Meseleyi halledene dek dünya ABD tahvil faizlerini, Katalonya’nın bağımsızlık ilanına gidip gitmeyeceğini, ABD işgücü piyasasının yedi yıl aradan sonra verdiği ilk eksi performansı konuşurken bizim en önemli ve tek başlığımız bu olabilir. Kaldı ki, iyimserliğin öne çıktığı fiyatlamalarda akla gelmezken, olumsuz günlerde “en kötü” olarak da belirebiliriz. Yatırımcı algısı budur.

Son olarak fiyatlamalara değinmek gerek. Böylesi günler ilk etapta temel-teknik analizden ziyade duyguların aklın önüne geçtiği seanslardan oluşur. “En iyi pozisyon bazen hiç pozisyon açmamaktır” fikrini göz ardı etmeden yaklaşmak en sağlıklı olanı. Dolar/lira kurunda 3.67-3.70 bandında, BİST 100’de 100 bin seviyesini aşağı yönde kırmadan dengeyi sağlayabilirsek hasarın en az şekilde atlatılacağını düşünüyoruz. Sonrasında ise yeniden dış haber akışına paralel hareket etmeye başlarız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ECB hamleleri ve riskler 14 Eylül 2019
GOÜ heyecanı her yerde 07 Eylül 2019
Beklemekle oluyor mu? 17 Ağustos 2019