Patron
Aktif iş hayatından elimi eteğimi çektiğimden, büyüklerim vefat ettiklerinden, kızım kendi ailesiyle uğraşmaktan bana vakit bulamadığından dolayı artık bir patronum yok. Kala kala bir tek hanımın patronluğu kaldı o da elli yıl sonra yer yer benden ümidi kestiğinden fazla patronluk taslamıyor. Ama daha ODTÜ üçüncü sınıf öğrencisiyken girdiğim Ankara Ajans Türk Matbaası ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Merkezi’nden emekli olana kadar geçen kırk tam zamanlı yıllık kariyerimde her zaman bir patronum oldu. Yani hiç kendi işimi kurmaya fırsatım olmadı.
Bu arada bilir misiniz bilmem bizdeki patron kelimesi Fransızca’dan, o da Latince ‘patronus’ sözcüğünden alınmadır. Kelimenin aslı ise Latince pater "baba" sözcüğünden alıntıdır. Yani patron ‘baba’ demektir. Bu nedenle “Bizim patron baba adam” demek “Bizim baba baba adam” demek olur.
Sohbetlerimizde daha önceleri egemen kültür konusunu işlemiştik. Sizlerle geçen hafta da Amerika Birleşik Devletleri’nin 4. Başkanı, siyaset felsefecisi ve devlet adamı olan, ABD’nin Anayasası ve Haklar Bildirisi’nin taslağının hazırlanması ve savunulmasında da en önde yer alması nedeniyle "Anayasanın Babası" olarak tanınan James Madison’un görüşlerini paylaşmıştım. Tekrar olacak ama önemli. Laf deyip geçmemek lazım. Madison şöyle diyordu: “İnsanlar tarihin ilk çağlarından beri beraber yaşamaktadırlar. İnsanlar her zaman bencillik yapmadıkları gibi tarih boyunca eşgüdüm içinde çalışabileceklerini de göstermişlerdir. Önemli olan beraber yaşamı düzenleyen kurallardır. Eğer toplum kuralları insanların gelişmelerine kendi kendilerini mutlu edecek yolları aramalarına engel olacak şeklinde düzenlenirse bu beraberliği bozar. Çünkü insanlar ancak özgür ortamlarda yeşerirler. Yanlış düzenlenmiş sistemlerde, yani özgürlükleri kısıtlayan ortamlarda herkes gelişmesini sağlamak için gücünü arttırmaya uğraşır. Sonunda biri veya birileri en fazla güce sahip olarak özgürlükleri tamamen ortadan kaldırır. Bu ise herhangi bir örgütlenmenin başarısızlığının garantisi demektir. Buna engel olmak için denetim ve dengeler, gerektiği kadar adil ve açık süreçler lazımdır.” ABD Anayasası ve kanunları bu felsefe çerçevesinde düzenlenmişlerdir.
Şimdi bu görüşü niye tekrar ediyorum. Ben ve benim gibiler hariç çoğunuz şöyle veya böyle patronluk yapıyorsunuzdur. Önce bu sözleri dikkatle bir okuyun. Ama satırları değil, satır aralarını da. Sonra kendi kendinize samimi bir şekilde sorun bakalım. Sizin insan anlayışınız böyle mi? Madison’un fikirlerine yüzde yüz katılıyor musunuz? Bu fikirlere nezaketen katılıyorsanız, patronluk yaptığınız yerde bu fikirler çerçevesinde bir düzen kurmaya razı mısınız? Başka bir deyişle sizce Madison’un beğeneceği bir düzen kurarsanız bu bizde çalışır mı? Çalışmaz mı? Sorularına samimi cevabınız nedir?
Kendinizi çok üzmeyin. Bir kısmınız içgüdüsel olarak çalışmaz demek istiyorsunuz, çoğunuz açıkça “Güzel söylemiş ama bizde işler böyle yürümez” diyorsunuz. Neden öyle söylüyorsunuz? Çünkü çoğunuzun, “Bizim insanımız bundan anlamaz” gerekçesine sığınmak işinize geliyor. Aslında çoğumuz Madison’un fikirlerine inanmadığımız için bu tür fikirlerle uyumlu bir örgüt düzenini gerçekçi bulmayız. İşin doğrusu, bizim egemen kültürümüz ‘bundan anlamayan’ insanlarımızın arasına patronları da işçileri de dahil eder. Eğri oturup doğru konuşalım. Bizde ne çalışanlar ne çalıştıranlar Madison’un fikirlerinden anlamazlar. Çünkü bu topraklarda yaşayan bizler yüzlerce yıllık ‘patrimonyal’ bir kültürün çocuklarıyız.
Patrimonializm Max Weber’in yazına kazandırdığı bir kavramdır. Weber’e göre patrimonializm iki şekilde gözlenir. Biri kral veya sultan gibi bir yöneticinin genellikle esirleri olan bürokratları aracılığı ile yürüttüğü (Osmanlı’da devşirmeler, Çin’de hadımlar gibi), tepeden inme, tartışılmaz yönetimidir. Diğeri ise yine tepeden inmedir ama bu kez Batı Avrupa feodal düzenlerinde görüldüğü gibi kralın yürütmeyi yetkiyi paylaşan bir aristokrat sınıf aracılığı ile yaptığı rejimlerdir. Daha çok Batı Avrupa’da görülen bu ikinci tip patrimonializm zamanla anayasal monarşilere ve hatta ABD’de olduğu gibi cumhuriyetlere dönüşmüştür.
Weber’in patrimonializm düşüncesine katılan bir çok düşünür vardır. Bunlardan Nathan Quimpo1 patrimonializmin tanımını açmış ve ‘Yöneticinin kişisel ve kamu ayırımı yapmadan devlet meselelerini ve kaynaklarını kişisel işleri olarak gördüğü bir yönetim biçimi olarak tanımlar’. Bir diğer düşünür Richard Pipes2 ise patrimonyal rejimleri ‘Egemenlik ve mülkiyet haklarının siyasi gücün ekonomik güç gibi kullanılmasına yol açacak kadar birbirine karıştığı rejimler’ olarak tanımlar.
Özetle patrimonyal kültürlerde patron esir veya bürokratları aracılığı ile tepeden inme bir yönetim felsefesiyle hareketle ‘kişisel’ ve ‘örgütsel’ ayrımı yapmaksızın meseleleri ele alır ve kaynakları kullanır, yürütme hakkını sahiplik haklarından ayırt etmez. Patrimonyal işletmelerde şirket patronun kendi malıdır. İşletmenin eleştirilmesini patron kendisine yönelik kişisel eleştiri olarak algılar. Makamının yetkisini sadece ‘egemenlik yetkisi’ olarak ‘ekonomik haklar’ yetkisi olarak görür.
Bu kültürün bir çok sonucu vardır. Bunlardan bir tanesi kişilerin geçinebilmek için, yani hem ekonomik hem de sosyal açılardan yaşayabilmeleri için, patrimonyal hiyerarşinin tepesindeki ‘sahib-i mülk3’ olanlardan ‘vel-i nimetler’4 aramaya alışmaları olmuştur.
Bu konuyu benim okuduğum kadarıyla işleyen tek düşünürümüz rahmetli Halil İnalcık’tır5. İnalcık’a göre patrimonyal Osmanlı idaresinde “Egemenlik gücü, mülk ve tebaa, mutlak biçimde hükümdar ailesine ait sayılırdı; ve yalnız onun lütuf ve himayesine erişenler toplumun en şerefli ve zengin tabakasını oluştururdu6”. Osmanlıda şair, yazar ve bilim adamlarının! geçinebilmek için egemen güce yaranmak konusundaki gayretlerini örneklerle anlattığı kitabında İnalcık, sanat ve bilimsel! çalışmaları bir ‘patron arayışı’ çabasının şekillendirdiğini söylemektedir. Bu kültürün mirasçıları olan bizlerin Madison’un ne dediğini anlamamız ve ona uygun bir biçimde örgütlenebilmemiz için ciddi bir kültürel değişimden geçmemiz gerekir. Bu gerek midir? Bana sorarsanız evet. Neden? Diye sorarsanız hani şu kurumsallaşma denen şey var ya! Bence bu yüzyılda örgütlere o lazım ve patrimonyal kültürlerde bu olamıyor da ondan. Kültürler de değişir ama çok yavaş.
Bizdeki işletme yönetimi yazınının neredeyse tamamının ABD kaynaklarından tercüme, intihal, doğrudan ithalat ve yorum yollarıyla aktarıldığını düşünürseniz, neden yıllardır bu konuda daha dikkatli olmamız gerektiği konusunda bağırıp çağırdığımı anlamışsınızdır umarım. Bu nedenle eğer patronsanız kendinizi çok da sıkmayın sadece dikkatli olun ki kendinizin bile inanmadığı bir uygulamanın hüsranını çekmeyin. Yok işçiyseniz ve patronunuz sultan gibi davranıyorsa çok da üzülmeyin. Ne demişler “Marifet İltifata tabidir, Müşterisiz mal zayidir7”. Sizde patronun iltifatını kazanacak bir marifet gösterin, bakarsınız sizin de şansınız açılır.
Sağlıcakla kalın
----
(1) http://cpcabrisbane.org/Kasama/2007/V21n1/TrapoPartiesAndCorruption.htm
(2) Richard Pipes, Russia Under the Old Regime’. Penguin Books, 1995, p.22
(3) Mal Sahibi
(4) Birine, etkisi yaşadıkça sürecek bir iyilik ve bağışta bulunan kimse
(5) Halil İnalcık, Şair ve Patron, Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerine Sosyolojik bir İnceleme, Doğu Batı Yayınları, 1995
(6) İnalcık, p.8
(7) Kayıp