Parma efsanesinin sonu
İtalya’nın 180 bin nüfuslu şehri Parma için 90’lı yılların büyük bölümü adeta bir peri masalı tadında yaşanmıştı. 1920’den 1990’a kadar Serie A yüzü göremeyen takım, bu tarihten sonra deyim yerindeyse uçuşa geçti. 1993’te gelen Kupa Galipleri zaferi, 1995 ve 1999’da kazanılan iki UEFA Kupası ve yine 99’da gururla kaldırılan Süper Kupa sarı-lacivertli taraftarları coştururken; bu 10 yıllık dönemde Gianluigi Buffon, Lilian Thuram, Antonio Bennarivo, Fabio Cannavaro, Thomas Brolin, Dino Baggio, Nestor Sensini, Massimo Crippa, Gianfranco Zola, Cláudio Taffarel, Diego Fuser, Faustino Asprilla, Juan Sebastián Verón, Fernando Couto, Hernán Crespo, Enrico Chiesa, Abel Balbo, Filippo Inzaghi, Hristo Stoichkov gibi yıldızların Parma forması giymeleri de ayrı bir övünç kaynağı idi. Evet, hayat bazı yönleriyle fena halde futbola benziyordu ve her çıkışın bir inişi vardı. Ancak kimse bir efsanenin bu denli kısa süre içinde çöküşe geçmesini de beklemiyordu. Kısa zaman zarfında İtalya’nın devleri arasına adını yazdıran Parma için “duraklama ve gerileme devri” milenyumla birlikte başladı. 2004’te patlak veren Parmalat skandalı ise bir nevi öldürücü darbe oldu. O zamana kadar değirmenin taşıma suyla dönmesi kimsenin umurunda değildi. Kupalar ve başarılar herkesin gözünü kör etmişti.
Filmi biraz geriye saracak olursak; 1990’da kulüp hissedarlarından ve aynı zamanda İtalya’nın dev gıda şirketi Parmalat’ın da sahibi olan Calisto Tanzi maddi destek sağlayacağı sözüyle hisse payını artırdı ve başkanlığa da kendi belirlediği kişi olan Giorgio Pedranesch’i getirdi. Açıkça belirtmek gerekirse, Tanzi verdiği sözü de tuttu. Teknik direktör Nevio Scala’nın da kulübe akıtılan parayı olumlu kullandığını söylemek gerekiyor. Ne var ki, o tarihlerde UEFA’nın elinde Finansal Fair-Play sopası yoktu ve Parma para okyanusunda açıldıkça açılıyordu. Rüya gibi geçen yıllar, Parmalat’ın sağladığı maddi destekle şekillendi. 2000’lerin başına gelindiğinde Parma taraftarlarının doyuma ulaştığını düşünebilirsiniz ancak “futbolda dün yoktur” sözünden de kolaylıkla anlayabileceğiniz gibi artık taraftarın kulübe biçtiği hedef, büyükler içinde en büyük olmaktı. Ne var ki, 180 bin nüfuslu bir şehrin/bölgenin takımı olan Parma’nın arkasında Parmalat dışında önemli bir destek yoktu. Bir başka deyişle Parma’nın bütçesi, Parmalat’ın bilançosuyla doğrudan bağlantılıydı. Oysa takımdan, 10 milyondan fazla taraftara sahip Milan ve Juventus gibi devlerle boğuşması ve onların sırtını yere getirmesi bekleniyordu. Kurumsal yapı, sürdürülebilir başarı, kaynak yaratma, büyüme stratejisi gibi kavramlar Parma kulübüne çok uzaktı. Aynı tarihlerde Parmalat’ın kârlılığı da giderek düşmeye başlamış ve kulübe verilen maddi destek de giderek bir kambur halini almıştı. Nihayet 2004 yılına gelindiğinde skandal patlak verdi. Sahte belgeyle Bank of America hesabında 4 milyar euro nakit parası bulunduğunu deklare ederek hissedarlarını ve piyasaları aldattığı ortaya çıkan Parmalat, olayın açığa çıkmasıyla çökmenin eşiğine geldi. Parmalat’ın batması 35 bin kişinin işsiz kalması demekti. Dönemin Başbakanı Silvio Berlusconi buna razı olamayacaklarını ve şirketin kurtarılması gerektiğini açıkladı. Öte yandan hayatını Milan’a adamış Berlusconi’nin şirketten ilk etapta Parma’ya olan maddi desteğini çekmesini istemesi, mantıklı ama bir o kadar da ironik bir istekti.
Adeta serin sulardan kızgın kumlara düşen Parma, kendi yağında kavrulmaya çalıştığı ligden 2007-2008 sezonunda Serie B’ye düştü. Ocak 2007’de kulübü 30 milyon euroya satın alan Tomasso Ghirardi’nin çabaları sarı-lacivertli kulübün iki sezon sonra yeniden Serie A’ya yükselmesini sağladı ama eski parlak günler artık çok uzaktaydı. Futbolcu alacakları, geçmişten gelen borçlar ve diğer giderler çığa dönüşen kartopu misali büyüdü. Hatta İtalya Futbol Federasyonu geciken ödemeler dolayısıyla Parma’ya puan silme cezası dahi verdi. Kulübün şaşalı günlerinde tribünleri inleten coşkulu taraftarların da bu zor günlerde ortadan kaybolduğunu belirtmek gerekiyor. Öyle ki, Parma Serie A’daki son yılında sadece 56 adet kombine bilet sattı. Gelirler kısıtlı, borçlar çoktu. Şubat ayında takım kaptanı Lucarelli, personel maaşlarının ödenebilmesi için kaptanlık pazubandını satışa çıkardı. İşin içinden çıkamayan Tomasso Ghirardi, verdiği 30 milyon euroyu yakma pahasına kulübü sadece 1 euro bedelle Rus enerji firması Gazprom’a yakınlığıyla bilinen ve danışmanlık hizmeti veren Slovenya ortaklı Mapi Grup’a sattı. Ancak bu satışın hukuka uygunluğu bugün dahi İtalya’da sorgulanan konulardan biri çünkü kulübün yeni sahipleri de iddialara göre kasada kalan son paraları alıp kaçtılar. Hesaplar incelendiğinde kulübün bu dönemde alacaklılarına 1 euro dahi para ödemediği anlaşıldı. Borç hanesinde yazan toplam rakam ise 22 milyon 600 bin euro idi.
Tüm bu gelişmeler üzerine İtalya Futbol Federasyonu, borçları ödeyecek bir yatırımcının kulübü satın alması için süre tanıdı ve aksi halde Parma’nın profesyonel kulüp lisansının iptal edileceğini açıkladı. Bu süre zarfında kamuoyu gündemine çeşitli isimler gelse de kimse bu borcu üstlenmeyince 90’ların efsanesi Parma, Serie D’nin yolunu tuttu.
Bazı yönleriyle bizim yaşadığımız İstanbulspor serüvenini andıran Parma olayı, aslı itibariyle kulüplerdeki kurumsal yapının ve sürdürülebilir büyüme stratejilerinin önemini vurguluyor. Elbette, UEFA’nın Finansal Fair-Play uygulamasına da güçlü bir tez oluşturuyor. Baksanıza, bir zamanlar futbol takımıyla anılan Parma, belki de bundan sonra zihinlerde sadece Parmesan peynirini çağrıştıracak.