Parktaki zaman tüneli
Parkta fantezi
Kız, türbanı ile suratını örtüyor, kendine peçe yaratıyordu Arka plana Boğaziçi Köprüsü'nü alarak poz veriyordu. Erkek de elindeki dijital fotoğraf makinesi ile kızın resmini çekiyordu. Kız yerlere kadar pardösüsü içinde sarım sarım sarılmıştı. Ama erkeğin kamerası karşısında pek rahattı. Kıpır kıpır kıpırdıyordu. Kuzguncuk Parkı'nda 21. yüzyıl teknolojisi kullanarak Sadabat fantezisi yapıyorlardı. Kendimi zaman tünelinde hissettim..
Yaşayan güzellikler
Spor için yürürüm. Bir başka sabah da yürümek için parkı seçmiştim. Sabahın erken saatleri idi. Bir aile erkenden gelmişti. Karı-koca, iki çocuk, kaynana ve kayınpederden oluşan bir aile. Çimenin üstüne yaygılarını sermişlerdi. Piknik tüpte çayları kaynıyordu. Ailenin büyüğü erkekle göz göze geldik. "Günaydınlar" dedim, selamlaştık. İkinci geçişimde kahvaltı düzeni iyice kurulmuştu. Genç erkek beni görünce hazırladığı böreği ikram etmek üzere hareketlendi. "Ev yapımı, buyurun" dedi. Teşekkür ettim. Anadolu'dan göçmüş bir aile idi. Bu hareket beni zaman tünelinde yıllar öncesine götürdü Babam bize dışarıda bir şey yedirtmezdi. "Nefis siner. Gösterirsen vereceksin, paylaşacaksın" derdi. Demek Anadolu'nun bu kültürü hâlâ yaşıyordu.
Kirletenler
Park güzel düzenlendi, onarıldı, çiçekler, yeni ağaçlar ekildi. Düzenli sulanıyor ve temizleniyor. Ama temizlik öncesi parkın halini görünce insanın yüreği sızlıyor.Yemek artıkları, naylon poşetler, içki şişeleri ve çekirdek kabukları her yerde. Kirlettiği parkı henüz kendi parkı olarak görmeyen bir anlayış bu.
Çekirdek yiyerek kabuğunu yere tüküren insanlara belediye torba dağıtmalı diye düşünüyorum. Bu kişiler, torbayı boyunlarına asmalı, buradan yemeli, çekirdeklerini bu torbaya tükürmeliler.
Parklarda içki içmek yasak; ve yasak da olmalı görüşündeyim. İçki her yerde içilmemeli. Ama Türkiye'de sap ve saman birbirine karışmış durumda. Her içki içene ayyaş muamelesi yapmanın, her içki içmeyeni de yobaz diye adlandırmanın yanlış olduğunu düşünüyorum.
Sefa ve cefa
Bu yaz iyi sıcak oldu. Yine böyle sıcak bir gün. Parkta metrekare başına bir aile düşüyor. Beton sefertası evlerinde bunalan halk kendini deniz kenarına atmış. Serinlemeye çalışıyor. Bir grup dikkatimi çekiyor. Üç çift var ve üçün katı sayıda çocuklar. Erkekler mayolarını giymiş, denize atlayıp serinliyorlar. Kadınlar kat kat pardösüler içinde, kapanmış, erkeklerinin denize atlayışlarını seyrediyorlar. Bir yandan da kan ter içinde akşam yemeğini hazırlıyorlar. Sefa ve cefa aynı anda yaşanıyor Kuzguncuk Parkı'nda.
Nazım Hikmet'in bir şiiri dolanıyor dilime: "Ve kadınlar/bizim kadınlarımız/korkunç ve mübarek elleri/ ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle/anamız, avradımız, yarimiz/ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen/ve soframızdaki yeri/ öküzümüzden sonra gelen/ ve dağlara kaçırıp uğrunda
hapis yattığımız/.../kadınlar, bizim kadınlarımız" Radyodan bir arabesk müzik yansıyor parka "Adaletin bu mu dünya"...
Seyyar salıncak
Eskiden panayırlarda, lunaparklarda olurdu. Zincirli döner salıncaklar vardı. Bir gün baktım Kuzguncuk Parkı'na bu salıncağın çocuklar için yapılmış ufak bir modeli gelmiş. Tekerlekli idi. Beş, ya da altı oturacak yeri vardı. Salıncak bilek gücü ile döndürülüyordu. Çocuklar salıncakta dönerken anne ve babalarına, "Bak düşmedim işte" gözüyle bakıyorlardı.Yine zaman tüneline girdim, ilk salıncağa binişimi hatırladım.
Salıncağı taşıyan gence sordum. "Nerelisin?" Güneydoğu'dan bir yer söyledi. Bu genç ekmeğini taştan değil ama, salıncaktan çıkarıyordu; takdir ettim.
Son sözler
Kuzguncuk Parkı tam bir sosyolojik müzedir. Türkiye'nin sosyolojisini görmek, zaman tünelini yaşamak istiyorsanız gelin bu parka. Akşam vakti gelirseniz, batan güneşin Boğaz'ın sularını yakışını da seyredersiniz. Kim bilir daha ne fantezilere de tanık olursunuz. Belki o anda Boğaziçi Köprüsü'nden geçen bir siyasetçi de kendi fantezisini kurmaktadır. "Şu medya da anasını alıp gitse, iş tamam"...