Parite, Volcker, Tekel İşçileri
Geçtiğimiz hafta, bir taraftan ABD'de Paul Volcker'in Kongre'deki açıklamaları diğer taraftan ise Avrupa'da çürük ekonomi sayısının en az üç olduğunun daha açık ortaya çıkmasıyla hareketli geçti.
Avrupa Birliği ve Euro'nun zayıfladığı imaji dolar bazlı varlıklara talebi hızla artırınca dolar-euro paritesi dolar lehinde 2009 ortalarından itibaren ilk defa 1,40'ların altına indi. Bu arada, altın fiyatları da doların değer kazanmasına paralel olarak değer kaybetti. Bu standart (ters) ilişkinin niteliği son dönemde doların rezerv para niteliği sorgulanır hale geldiği için daha da güçlendi; belirsizlik endeksi (VIX) hareketlerini parite ve altın fiyatlarıyla birlikte şöyle bir göz gezdirin.
Euro'daki aşağı yönlü trend, 2009 Ocak 2010 başlarındaki duraklama hariç tutulursa, 2009 Mayıs ayında başlayarak ulaştığı Kasım ayı zirvelerinden düzenli inişe işaret ediyor. Paritedeki euro aleyhine trendin Avrupa'daki belirsizlikler sebebiyle sürmesi kuvvetle muhtemel. ABD ekonomisi ve doların durumu ortadayken, "kaliteye kaçışın" kaçıncı defadır dolar lehinde gerçekleşmesinin "mantığını" ancak "denize düşenin haliyle" açıklayabiliriz; bu köşede önce de değinildiği gibi, paritedeki (ve altın fiyatlarındaki) bu bir kaç aylık frekanstaki zikzakları 2010 ve muhtemelen 2011'de çok göreceğiz.
Paritedeki hareket, sadece Avrupa ekonomilerinin zayıflıkları ile ilgili değil. Bankacılık ve finans sektörü reformlarının yönü de paritenin yönü üzerinde etkili olacak. Paul Volcker ABD'de sistemin ciddi reformlara tabi tutulması gerektiğini söyleyenlerin başında geliyor ve sürecin liderliğini yapıyor. Volcker, Greenspan'dan önce iki dönem üst üste (hem Carter hem de Reagan dönemlerinde) Fed başkanlığını yapmıştı.
Geçtiğimiz hafta Volcker'in Kongre'de yaptığı açıklamalar büyük ölçüde Başkanlığını yaptığı ve tanınmış iktisatçı, bankacı ve merkez bankacılardan oluşan Group 30 adlı oluşum tarafından Ocak ayında yayınlanan "Financial Reform: A Framework for Financial Stability" adlı çalışmada yer alan önerilerle paraleldi.
Acil önerilere değil orta vadeli reform ihtiyacına yoğunlaşan çalışmada temel olarak düzenlemelerin geliştirilmesi ve bankaların iç yönetim standartlarının yükseltilirken ürünlerin şeffaflaşması öneriliyor.
· Büyük bankacılık kuruluşlarının finans sistemi ve toplam kredi arzı içindeki payının büyümesi, bankacılık düzenlemelerinin ve standartlarının, bu kuruluşların aldıkları risklere karşılık sorumluluklarının da artmasını sağlayacak şekilde geliştirilmesini gerektiriyor. Buna karşılık, yeni düzenlemelerin, sektörün esneklik ve verimliliğini de tehdit etmemesi sağlanmalı.
· Finans sektöründeki sistemik riskin minimize edilmesi, sistem içinde büyük pay taşıyan az sayıdaki büyük oyuncunun daha yüksek standartlarda denetlenmesi ve karlarını artırmak için aldıkları riskin karşılığında gerekiyorsa batmalarına izin verilmesini gerektirir. Mevcut düzenleme yaklaşımı, büyük oyuncuların yüksek kar güdüsüyle alınmaması gereken riskleri almasını teşvik ediyor (moral hazard/ahlak bozukluğu), zira büyüklükleri sebebiyle, sistemin bütünüyle zarar görmemesi için eninde sonunda devlet tarafından zararlarının karşılanmasına sebep oluyor.
· Bankacılık sektörü içinde yer almayan ancak bankalara benzer hizmet veren ve büyüklük olarak ihmal edilemeyecek tüm kurumlar düzenleme içine alınmalı; örneğin para piyasası fonları.
Volcker, bazı eleştirenlerin aksine, düzenlemelerdeki sıkılaştırmanın uzun vadede ABD'yi ve doları daha güçlendireceğini söylüyor. Eğer mücadeleyi Volcker kazanırsa, büyük bankaların kendilerine çeki düzen vermesi gerekecek.
Şurası kesin ki, Avrupa Birliği'ndeki kurumsal ve "entelektüel" zayıflık sebebiyle, bu alandaki fikir ve söylem liderliğinin ABD'ye kaymaya başlamasına sebep oluyor. Avrupa'da durum karışık; özellikle İngiltere ve Fransa'da yaklaşan seçimler üç büyük Avrupa ekonomisinin bu konularda ciddi bir söylem geliştirmesine engel oluyor. Kısacası, AB, biraz gecikmeyle de olsa ABD'de geliştirilen fikirleri takip edecek.
Tekel İşçilerinin "Mücadelesi"
Önce buraya nasıl gelindiğinin kısa bir özeti:
· Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş.bünyesinde şu anda 10.818'i işçi, 1340'ı da kadrolu ve sözleşmeli statüde olmak üzere toplam 12.158 kişi çalışıyor. Bunlardan 4000 kadarı sigara işletmelerinde görevliyken kalanları, Tekel'in tütün alım fonksiyonlarında çalışırken 2001'den itibaren bu fonksiyonun kapatılmasıyla Tekel bünyesine katılan ve bütçe kaynaklarından maaş ödenmeye devam eden kişiler. Şimdi, sigara işletmeleri de özelleştirildiği için bu kişiler fiilen hiç bir şey üretmeyecek. · Piyasaya özellikle yabancı üreticilerin rekabeti altında Tekel sigara işletmelerinin piyasa payı yüzde 30'lara kadar inmişti. Dahası, devletin sigara ürettiği ciddi bir dünya ülkesi bilinmiyor. Dolayısıyla, bu özelleştirmeyi tu kaka ilan etmek yanlış.
· Devlet ve BAT söz konusu işçiler için bir şey yaptı mı? 2008'deki özelleşmeden sonra, BAT Tekel'in sigara işletmelerinde çalışan 4000 işçiye çağrı yaptı ve 1000 civarında işçiyi yüzde 25 zam ve en az 3 yıl istihdam garantisiyle işe alacağını duyurdu. Bu çağrıya 4000 kişiden ancak 300-400 kişi olumlu cevap verdi. Ayrıca, ÖİB, kendi işini kurmak isteyen Tekel çalışanlarına çeşitli destekler verdi. Ancak bir tek Tekel çalışanı bile konuya ilgi göstermedi. Kısacası, devlet, normal vatandaşı için yapmadığı şeyleri Tekel işçileri için yapmaya çalıştı ancak cevap bulamadı.
· Aldığım bilgilere göre, Tekel çalışanlarının ortalama giydirilmiş ücreti, yani devlet bütçesine maliyeti aylık 3000 TL'nin üzerinde. (Sendikalardan aldığım bilgiler bundan daha düşük bir rakama (1200-1650 TL) işaret ediyor. Ancak bu rakamların doğru olması aritmetik olarak zor). Bu da üretim yapmadıkları halde bu işçilerimize yılda 26 milyon TL'lik işçilik ücreti ödenmesi manasına geliyor.
· 4/C maddesine geçen işçilere, bir üretim yapmayacakları halde eğitim durumuna göre 707 ile 860 TL arasında değişen aylık ücretler (12 ay boyunca) ödenecek. Ayrıca, aynı işçilere, toplam 350 milyon TL tutarında ihbar ve kıdem tazminatı ödenecek.
Bu bilgiler ışığında, milyonlarca işsizin olduğu ülkemizde, Tekel işçilerine sunulan (ve reddedilen) bu imkanların ve ödenecek bu rakamların değerlendirmesini sizlere bırakıyorum. Gönül isterdi ki Tekel işçilerine çalışmayacakları halde daha da fazla ücret ödenebilsin. Ancak, unutmayınız Türkiye tüm dünyayla birlikte büyük bir ekonomik krizden yavaşlama sürecinden geçiyor. Dahası, Tekel işçilerine ödenen paraları da hükümet değil Türkiye'deki çalışan kesim kendi vergileriyle ödeyecek.
Son söz: Hak mücadelesi kutsaldır. Ücret mücadelesi ise yapılan üretime karşılık verilmelidir.