Paris Zirvesi'nin düşündürdükleri

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Geçen hafta sonu Paris'de gerçekleşen G-20 Zirvesi'nde küresel dengesizlik, önceki zirvelerde olduğu gibi yine gündemdeki en ağırlıklı konuydu. Zirvede yine herkes bildiğini okudu. ABD'nin uyguladığı gevşek para politikasının gelişmekte olan ülkelerde yeni finansal köpükler ve enflasyona yol açtığı iddiasına karşın, ABD tarafını temsil eden hazine bakanı Geithner ve merkez bankası başkanı Bernanke bilinen görüşlerini yinelediler. Zirve sonrası yayınlanan kapanış bildirgesinden üye ülkelerin döviz kurlarına daha fazla esneklik kazandırılmasının yanı sıra, küresel dengesizliğin kontrol altına alınması için bir dizi makroekonomik gösterge üzerinde görüş birliğine vardıklarını öğrenmiş bulunuyoruz. Kamu borcu, bütçe açığı, özel tasarruf oranı ve ödemeler dengesi bunlar arasında yer alıyor. Döviz kurlarına göstergeler arasında yer verilmeyişinin nedeni ise, Çin'in bu konudaki hassasiyeti. Göstergelerin değerlendirilmesinde dikkate alınacak kriterlerin, yani sınır değerlerin neler olacağı konusunda ise üye ülkelerin nisan ayında Washington'da yapılacak zirveye kadar çalışmalarını tamamlamaları bekleniyor. Ancak, ondan sonrasını görmek zorlaşıyor. Hiç bir yaptırım gücü olmayan G-20'de ülkeler belirlenen kriterlere uymadıkları takdirde ne olacak? Kararların uygulanması ve gözetimi IMF gibi uluslararası bir kuruluşa mı bırakılacak? Yoksa, G-20 istişari bir forumun ötesine mi geçecek?

G-20 dönem başkanlığını üstlenen Fransa'nın uluslararası ekonomik sorunların temelinde küresel dengesizliğin yattığı yönündeki ABD tezini daha fazla desteklemesi, zirvenin en dikkat çekici gelişmelerinden biriydi. Zirve öncesi, Fransa Devlet Başkanı'nın yaptığı konuşma bu konuda adeta bir uyarı niteliğindeydi. Toplantıya katılan maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarından küresel dengesizliği giderici politika üretmelerini talep eden Sarkozy, G-20'nin geleceğinin üye ülkelerin bu sorunu çözme konusundaki başarılarına bağlı olduğunu söylemekten çekinmedi. Ayrıca, Sarkozy uluslararası ekonomik sistemin istikrara kavuşması için küresel dengesizliğin giderilmesinin yanı sıra döviz kurlarının belirlenmesinde piyasa güçlerinin işleyişine müdahale edilmemesi gerektiğini hatırlatarak, Çin'i üstü kapalı olarak uyarmaktan da geri kalmadı. Peki, Çin parasına müdahale etmekten vazgeçecek mi? Şimdiye kadar durumu idare eden bu ülkenin yakın bir gelecekte böylesi bir politika değişikliğine gidebileceğini sanmıyoruz. ABD ve Fransa'nın istekleri doğrultusunda yuanın değer kazanması küresel dengesizliğin hafifletilmesine yardımcı olsa bile bunun, Çin'in büyüme hızında ciddi bir düşüşe yol açması kaçınılmazdır. İşsizliğin artması dışında sosyal karışıklıklara da neden olabilecek böyle bir gelişmeyi Çin'in göze alması zor. Kaldı ki, enflasyon da tırmanışa geçti. Geçen yıl yüzde 4.9 oranında artan enflasyonun kontrol altına alınmadığında bu ülkenin ihracatını ve dolayısıyla dış ticaret fazlasını azaltacağı açık. Bununla beraber Çin, ergeç döviz kurunu manipüle eden ve küresel dengesizliğe yol açan politikasından vazgeçmek zorunda. Zira, ABD'nin gevşek maliye ve para politikasının arkasında bu müdahaleci döviz politikasının da payı var. G-20 Zirvesi'nde konuşan Çin merkez bankası başkanı, ülkesinin ihracata yönelik bir ekonomik yapıdan iç talebin giderek güçlendiği bir ekonomiye doğru dönüşmekte olduğunu, ancak bunun için biraz sabredilmesi gerektiğini söyledi.

Aslında, Fransa'nın gözünde küresel dengesizliğe neden olan ülke sadece Çin değil. Japonya ve Almanya da bu suçlamalardan nasibini alıyor. Geçen yıl, Fransa Maliye Bakanı Christine Lagarde ve IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn Alman ekonomisinin ihracata olan aşırı bağımlılığından yakınmışlardı. Paris Zirvesi'nin başlamasından önceki günlerde Alman Hükümeti'nin, ihracata yönelik ekonomi politikasında bir değişiklik yapılmasının söz konusu olmadığı yolundaki açıklaması dikkat çekiciydi. Krizle boğuşan Avrupa Birliği'nde geçen yıl

yüzde 3.6 oranında büyüyen Almanya'da büyümenin en önemli kaynağı ihracat. Ancak, ihracat artışından kaynaklanan büyümenin iç talebi de etkilemeye başladığı görülüyor. Bunda istihdamdaki artışın payı yadsınamaz. İstihdam rakamı 2010'da 40 milyonu aştı. Bu iki Almanya'nın birleşmesinden bu yana en yüksek rakam.

Fransa Devlet Başkanı'nın üzerinde durduğu diğer bir konu, son aylarda giderek artan gıda fiyatları ve bunun Tunus ve Mısır gibi ülkelerde neden olduğu sosyal çalkantılar. Uluslararası finansal sistemin yeni kurallarla güçlendirilmesi fikrini savunan Sarkozy, tarım piyasaları için de benzer düzenlemelerin gerektiği düşüncesinde. Denetimden yoksun piyasaların spekülasyonlara açık olacağını söylüyor. Tarımsal ürün fiyatlarındaki artış devam ederse bu, gelişmiş ve gelişmekte olsun tüm ülkeleri etkiler. Dünyanın önde gelen tarımsal ürün üreticisi ülkelerini içinde barındıran G-20 de bundan fazlasıyla etkilenir. G-20'nin ajandasına küresel dengesizlik, döviz kurları derken bir de, gıda fiyatlarındaki artış eklendi. Bize göre, bütün bunlar G-20'nin sorumluluklarıyla birlikte önemini de arttırıyor. Ne dersiniz?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016