Paris terörle mücadelede bir dönüm noktası mı?
Fransa’da Charlie Hebdo dergisine Yemen’in El Kaide örgütünün düzenlediği saldırı dünyada nefret uyandırdı. Daha önce El Kaide’nin gaddar eylemleri karşısında sesini yükseltmekten çekinen, olayları protesto ederken diğer yandan “ama onlar da!” diye başlayarak, söylediklerine belki de yeterince inanmadıklarını ima eden Orta Doğu liderleri dahi bu sefer kesin tavır koyma eğilimindeler.
Bu satırlar dizilirken, aralarında Başbakanımızın yer aldığı Avrupalı liderler Paris’te bir terörü telin mitinginde birlikte yürüyor olacaklar. Ülkemizin bu yürüyüşte üst düzeyde temsil edilmesi büyük önem taşımaktadır. İlkin, nüfusu Müslüman olan (Müslüman ülke dememek daha doğru!) bir Avrupa ülkesinin de bu faaliyete katılması, mücadelenin dinler arası değil, teröre karşı olduğunu simgeliyor. Terörün sonuçlarının yarattığı acıyı, dini aidiyetine bakılmaksızın herkesin paylaştığı anlatılmak isteniyor. İkinci olarak, Başbakanımızın Paris’e gidişi, Türkiye’nin müttefikleriyle birlikte teröre karşı birlikte mücadeleye hazır olduğu imasını da barındırıyor. Ülkemiz şimdiye kadar Batı’daki gerçekleşen terör olaylarına yeterince ilgi göstermediği izlenimi verdi. Hatta yanlış olduğunu düşünmek isterim ama gerek müttefiklerimiz gerek kamuoyumuzun bir kesimi Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta etkili olmak için Orta Doğu’daki radikal unsurlarla üstü kapalı bir işbirliği yaptığından kuşku duyar olmuşlardı. Son olay karşısında ülkemizin sergilemeye başladığı tutum, sözü edilen türden kuşkuların ortadan kalkmasının yolunu açabilir. Tabii, bir süredir dünyada olumsuzlaşan Türkiye imajının birdenbire düzelmesi sağlanmayacaktır. Paris’te ifade edilen terör karşıtı tutumun, uygulamaya sokulan adımlarla desteklenmesi gerekecektir.
Acaba Fransa’daki olay neden bu kadar evrensel bir tepkiye neden oldu? İlk akla neden, saldırının hedefi ile ilgilidir. Charlie Hedbo toplumsal değerleri, kutsallaştırılan her şeyi sorgulayan, hicveden bir yayın organı. Bu işi yaparken din, etnik köken veya başka esaslara göre herhangi bir ayırım yapmıyor. Bu özelliği onu demokrasinin vazgeçilmez bir kurumuna dönüştürüyor, düşünce özgürlüğünün sınırlarının genişliğinin belirleyicisi durumuna getiriyor. Bu durumda saldırı bir dergiye değil demokratik düzenin kendisine yapılmış gibi görülmesi doğal. Ancak, demokrasiden yana nasipsiz otoriter Orta Doğu liderlerinin de olaya sert tepki vermesi demokrasiye duydukları hayranlıklarından kaynaklanmasa gerek. Galiba terörün yavaş yavaş denetimden çıktığı ve şerrinden kimsenin kaçamayacağı bir seviyeye ulaştığı, artık onu hoşgörenler ve ondan medet umanlar tarafından dahi idrak edildi.
Orta Doğu kaynaklı terörün karşısına daha etkin bir uluslararası çaba ile çıkılsa dahi, olayın denetiminin sağlanması vakit alacaktır. Bununla beraber Paris olayı terörle mücadelede bir dönüm noktası olabilir.