Paralel...
ANKARA'DAN/Taylan ERTEN "Yan yana ve birbirini kesmeden, birbirine kavuşmadan uzanıp giden (şeyler)..." Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğü'nde "paralel", sıfat olarak böyle açıklanıyor. Yan yana, asla birbirini kesmeden, asla birbiriyle kavuşmadan sonsuza uzanan bir gidiş hali... Paralelin bir de matematik yorumu var: "Her paralel bir çemberdir." Bu yorum, paralelin dünya haliyle ilgili. Hani, dünya küresini ekvatorun üstüne ve altına doğru eşit aralıkla saran çemberler var ya, işte o... Böyle bir girizgahı, Antalya'da Alman meslektaşlarla "Güncel Siyasi Gelişmeler Işığında Türk-Alman İlişkileri"ni konuşulurken aldığım bir nota borçluyum. Seminerin "Almanya'da Uyum Tartışması-Almanlar'ın ve Türkler'in Bakış Açıları" bölümünde vurgulu tespitlerden biri şuydu: Bu ülkede egemen Almanlar'la yerleşik azınlık Türkler farklılıklar ortak paydasında bir uyum dengesi bulamamışlardı; "paralel toplumlar" halinde yaşıyorlardı ve bu durum "kemikleşmiş" görünüyordu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti-Konrad Adenauer Vakfı organizasyonu olan bu seminerlerin 22'sindeydik. Ana tema "Türk-Alman ilişkileri"ydi ama tartışma konuları çok boyutluydu. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini kapsaması da doğaldı. Çünkü, bu ilişkiyi doğrudan etkileyen iki "merkez" ülkeden biri Fransa ise diğeri Almanya idi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in "kulaklarını çınlatmak" da kaçınılmazdı. Ve, benim de konuşmacı olarak katıldığım oturumun konusu "Türkiye'nin AB'ye Katılım Süreci-İlerlemeler ve Gecikmeler"di. Yalnız Almanya'da değil... Bu oturumun ilk günün "en tartışmalı" bölümü olduğunu söylemeliyim. Üç konuşmacı: Hürriyet Gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever; uzun yıllar Almanya'da çalışmış, AB konusuna hakim muhabirlik tecrübesine sahip Dilek Zaptçıoğlu ve DÜNYA Gazetesi yazarı olarak ben, Türkiye'nin AB sürecini elbette farklı ama "eleştirel" bakış açılarından değerlendirdik. Konu, katılımcı Türk ve Alman meslektaşlarca da tartışıldı. Tartışmaların içeriği ve Avrupa Parlamentosu Türk Milletvekili, Alman-Türk Vakfı Başkanı Vural Öger'in biz üç konuşmacıya yönelik aşırı tepki yüklü eleştirileri bir tarafa... Sunum ve tartışmaların toplamından süzülebilecek durum şuydu: Almanya'da bir Almanya var bir de "paralel" Türk toplumu... AB'de de bir AB var bir de "paralel" Türkiye... Yan yana, birbirini kesmeden, birbirine kavuşmadan, sonsuza doğru uzayan bir ilişkinin iki tarafı... İki paralel arasındaki "gri bölgede" yığılan; tarafların "empatiden" mutlak yoksun iletişim kalıplarıyla gittikçe anlaşılmaz ve çözülemez hale gelen ciddi sorunlar... Bu "paralel" yolculuk da ortasından "refüjle" ayrılmış "bölünmüş yol" üzerinde devam ediyor. Misal: "Uyum" meselesinde Almanlar entegrasyon diyor; Türkler asimilasyon anlıyor! Bu "bölünmüş" paralellik, özü itibariyle Türkiye-AB ilişkilerinin tüm boyutlarına da hakim. Nitekim Alman meslektaşların Türkiye ile ilgili ortak konulara yaklaşımlarında derin bir "algılama farkının" yansımaları vardı. Bir şey daha: İlişkinin sağlıklı analizi ancak 49 yıllık süreci "inşa" eden; AB'nin Türkiye'ye bakışını, tutumunu, politikalarını şekillendiren "bilgi sürecinin" didik didik edilmesiyle mümkün. Mesela, bugün AB kazanında pişirilmekte olan "imtiyazlı ortaklık" veya "özel statülü ilişki" gibi formüllerin "tohumlarını" AB yetkililerinin 1990'lı yıllarda Gümrük Birliği karar sürecinde ortaya koydukları açık "irade beyanlarında" bulabilirsiniz. Bulmak için "arkeolojik kazı" zahmetine hiç gerek yok: Tüm bilgiler açık belgelerde, kitaplarda, raporlarda ve arşivlerde. Bugünü anlamak istersek "dünü" okumamız yeter!